Öncelikle yazarımızın hayatı hakkında bilgi vermek gerekli. Çünkü Amin bu eserinde fazlasıyla kendi hayatından örnekler vermekte. Amin Maalouf 1949 yılında Lübnan’da doğar. Köken olarak Arap olup dini Hristiyan’dır. Yaşamının 27 yılını Lübnan’da geçirdikten sonra 1976 yılında Fransa ya yerleşmiş. Arapça ana dili iken eserlerini Fransızca yazmaktadır. Hayatında görüldüğü gibi epeyce farklılıklar vardır. Bir çok farklı kültürlüğün, etkisi altında kaldığı muhakkak. Paris’te yaşamına devam etmektedir. Amin bu eserinde insanların, kimlikler başlığı altında birden çok sınıflara ayrıştırıldığı. Bu ayrışma sonucu ötekilerin ortaya çıkmasına neden olduğu. Zamanla bu kimlik sahiplerin ölümcül sonuçlara varabilecek düzeyde çatışma içine girebileceklerine değinir. Kendi hayatından da örnekler vererek kimlikleri, çok farklı bakış açısından okurlarına yansıtmaya çalışmış. Kimliklerin, o saf görüntüleri altında ölümcül olabileceği üzerinde her fırsatta da değinmiş.
Amin kimliği kendisine has bir açıklama getiriyor. Yazara göre kimlik ait olunan millet, din, ırk, cinsiyet değildir. Bu özelliklerin insanda bir bütün olarak ve o bireyin yaşadıkları ile özeleşmesidir. Fakat kişileri doğum yeri, dini gibi küçük kalıplar içine soktuğumuzda, bireyleri belirli kalıplara sokarak ötekilerin oluşmasına neden olunur.
Amin kimlik algısının zaman geçtikçe değişeceği üzerinde de durmaktadır. Buna örnek olarak kitaptan şu örnek verilmiş. Bosna’da yaşan yaşlı bir amcaya siz kimsiniz diye sorulduğunca cevabı. Ben Müslüman bir Yugoslav’ım derken savaş sırasında aynı soruyu sorduğunuzda sadece ben Müslümanım diyecektir.
Kimlikleri ölümcül hale getirende aslında insanlarda başkası değildir. İnsanlar karşı tarafta bulunanları, özelliklerine göre kimlik kategorisine sokması ile insanlar arasına farklılıklar girmesine neden olmaktadır.
Yazar her fırsatta insanların hangi kimliğe sahip olduğu kendi iradesi çerçevesinde belirlenmediği. Doğduğu ırk, bulunduğu coğrafya, özümseyeceği kültür, öğreneceği dil gibi bir çok kimlik insanların seçme olasılığı yoktur. Bu yüzden bu farklılıklar üzerinde karşı tarafları suçlamak, küçük görmek, farklı görmek akıl kari olmadığına değiniyor.
Maalouf’a göre kimlik meselesinin tek bir ögeden oluştuğu düşüncesi dünyadaki problemlerin tamamına yakının nedeni olarak görmektedir. Maalouf bireyin birden fazla kimlikten oluştuğunu savunmaz ona göre kimlik resmi kayıtlarda görünen Müslüman, dili, ırkı gibi kimliklerin dışında kimliğin bir yığın ögeden oluştuğudur. Kimliklerin çok çeşitli ögelerden oluşması yamalı bir bohça gibi olmuyor. Her bir aidiyet bir tuval üzerine çizilen bir desen gibi. Amin bu tuval üzerindeki bir desene dokunulması ile birlikte bütün bir kişiliğin sarsılacağını söyler.
Maalouf günümüzde, “kimlik” kavramı akıllara geldiğinde yada söylendiğinde insanların bu kavramı, salt bir kabileye ait olma gibi algılanması temeldeki problem olarak görmektedir. Kişilerin kimliği yığın öğeden oluşur. İnsan bir şehire, bir ülkeye, bir aileye, bir spor takımına ya da meslek kuruluşuna, bir dernek grubuna, bir partiye, bir derneğe bağlı olabilir. Yukarıdaki kimliklere mensup bireyler görülebilir. Fakat aynı bireyde aynı oranda kimlik birleşimi bulunmaz. Bireylerin aslında zenginlikleri budur.
Yazar tek bir kimlik aidiyet duygusunun ağır bastığı yönünde düşünen insanlar içinde şu örneğş vermektedir.. Kimileri için ulus, kimileri içinse din ya da sınıf. İnançlarının tehdit altında olduğunu hisseden insanlar arasında, bütün kimliklerini özetler gibi görünen şey dinsel aidiyet oluyor. Ama tehdit altında olan anadilleri ve etnik gruptansa, o zaman dindaşlarıyla kıyasıya savaşıyorlar. Buna örnek olarak Türkler ile Kürtleri örnek gösteriyor.
Amin kitabında İslamiyet’e mensubu bulunduğu hıristiyanlık açısından bakıyor. Özgürlükle islamiyeti bazı cümlelerinde yan yana getirmede çekingen duruyor. Hatta bir cümlesinde İslamiyet özgürlükle, demokrasi ile insan haklarıyla bağdaşır mı diyor. Yazar problemin dinler değil , dinlere bakış açılarıyla ilgili olduğu üzerinde sık sık duruyor. Yazar dinlerin ilerlemede yada geri kalmada bir etkisinin olmadığını belirtiyor. Toplumların kendi muhasebesini kendi yapması gerektiği üzerinde durmuş.
Aynı topluluğa ait olanlar “bizimkinler” olur, o kişilere destek olunur, karşı taraflar dışlanır. Kendimizi asla onların yerine koymaya çalışmayız. , onların şikayetleri, çektikleri acıları düşünmeyiz. Ötekiler kendi kimlik ögelerinin tehlikede gördüklerinde diğer ötekilere karşı acımasız, vahşi ve öldürücü olabilmektedirler. İşte bu ötekileştirmenin insanlara zarar verdiği üzerinde kitapta durur.
Amin Maalouf göre kişide bir bütün oluşturan kimliklerden belirgin bir kimliğin ağır basmadığı, herkesin şahsına münhasır bir kimliğinin olduğunu anlatmaktadır. Kitabın ilk bölümünde yazar kimlik kavramı üzerinde durur. Kendi hayat hikayesinden de yola çıkarak göçmenlerin ne yaşadıkları ülkeye ait olduğu ne de memleketlerine ait olduğu yönünde örnekler verir. İki aidiyet duygusu arasında kafaları karışık insanların içlerinde bulunduğu durumu anlatır ve empati kurmamızı sağlar. İki kültürü nasıl sentezlendiğini ve dışarıdan bakıldığında bu insanların nasıl görüldüğü üzerinde durur. Kitabın kinci bölümüne doğru kimliğin inşalardaki önemini açıklıyor. Daha sonra aidiyet duygusunun zaman ve şartlara bağlı değiştiği üzerinde durur. Bu değişime yönelik örnekler verir. Yukarıda bu örneklere değinilmiştir. Daha sonra dinlerin zaman içinde geçirdikleri değişimlere değinmektedir. Kitabın sonunda doğru tekrar kimlik araştırmasını ele alıyor. Toplumda dilin etkisinin bir çok unsurdan önde geldiği yönünde örneklerle kitabını bitiriyor.
Amin Maarouf kimliksiz bir dünya istememektedir. Tüm kültürlerin kendilerini koruyabildikleri ancak kültürler arası kaynaşmanın olduğu bir dünya insanlığı istemektedir