Gönderen Konu: ÖĞRENCİLERİN OKUL KARŞISINDAKİ TUTUMLARI  (Okunma sayısı 3166 defa)

Çevrimdışı Sosyal Bilgiler1

  • Administrator
  • Usta Öğretmen
  • *****
  • İleti: 2921
  • Rep +712/-3
ÖĞRENCİLERİN OKUL KARŞISINDAKİ TUTUMLARI
« : Ağustos 19, 2008, 09:26:12 ÖS »
 ÖĞRENCİLERİN OKUL KARŞISINDAKİ TUTUMLARI

  Cromer araştırmasının sonuçlarını 1974'te The Mood of American
Youth adıyla yayınladı. Araştırma, yüzden fazla coğrafi
bölgede öğretmenlerin gözetimi altında lise son sınıf öğrencilerinin
yaşıtları arasında yürüttüğü 2 bin görüşmeyi içermektedir
ve lise öğrencileriyle ilgili bugüne kadar yapılmış en geniş kapsamlı
araştırmalardan birini oluşturmaktadır. Görüşme yapılan
öğrencilerden yüzde 77'si okullarının iyi işlediğini hissediyordu
ve yüzde 99'u liseyi bitirmeye niyetliydi. Yaklaşık yarısı daha
fazla eğitim görmeyi planlıyordu ve çoğunluk üniversiteye ve
mesleğe ya "oldukça" ya da "çok iyi" hazır olduğunu düşünüyordu.
Birçok öğrenci (yüzde 58) iyi bir öğrenci-öğretmen etkileşimi
olduğunu düşünüyordu ve üçte birinden azı öğretmenlerin duyarsızlığından
ve ilgisizliğinden yakınıyordu.

  1970'lerin ortalarından sonra öğrenciler tutumları değişmeye
başladı. Miller (1976), 23 bin lise öğrencisi üzerindeki tarama
araştırmasında, yüzde 54'ün okulu uyarıcı bulduğunu, yüzde 55'in
öğretmenleri iyi, yüzde 73'ün konuları uygun bulduğunu; buna
karşılık, yüzde 37'nin okulu sıkıcı, yüzde 38'in öğretmenleri
yetersiz bulduğunu, yüzde 20'nin konuların uygunsuz ve yersiz
olduğunu söylediğini bildirmiştir. 1979'a gelindiğinde Gallup'un
yürüttüğü araştırmada ergenlerin yüzde 48'i, yani yarısından biraz
azı okullarını üst düzeyde sayıyordu. Bu araştırma ayrıca, öğrencilerin
yüzde 53'ünün okulda çok ağır çalışmadıklarını söylediğini,
buna karşılık yalnızca yüzde 19'un çok fazla çalıştıklarını
düşündüğünü gösterdi (Gallup, 1979).

  ÖĞRETMENLERİN ROLÜ

  Öğretmenler, özellikle liselerde çalışanlar, işlerinin hiç de
kolay olmadığını, pek çok engellenme içerdiğini söyleyeceklerdir
size. En yaygın yakınmalar disiplinle ilgilidir. Pek çok öğretmen,
kısmen, "öğretmenin tükenişi" olarak bilinen çağdaş bir
olgu nedeniyle alanı terketmektedir. Yeni araştırmalar, lise
öğrencilerini en çok etkileyen öğretmenlerin empatik ve anlayışlı
öğretmenler olduğunu göstermektedir (Tolar, 1975).

  Öğretmenlerin öğrenciler karşısındaki davranışı ve başarı
düzeyleri hakkındaki yargı, bir süredir bilindiği gibi, öğrenci
ZB'leri hakkındaki açık ya da örtülü bilgiden (Rosenthal ve
Jacokson, 1968) ve fiziksel görünümden (Berscheid, 1972) etkilenebilir.
Daha az bilinen konu, öğrencilerin ve hatta okul yöneticilerinin
öğretmenlerin görünümleri gibi özelliklerden açıkça etkilenmesidir.
Gardiner ve Kling'in (1974) bir araştırmasında
öğrencilere, güya fakültelerinde bir öğretim görevine gelmeyi isteyen
düşsel bir öğretmenin yaşamöyküsü verilmişti. Öğrencilere
yalnızca başvuru formundaki uydurma bir "Pat Arnold"un fotoğrafının
değiştiği dört değişik yaşamöyküsü verilmiş ve onlardan
şu istenmişti: "Bu kişi psikoloji bölümünde bir işe başvurdu. Karar
verebilmemiz için bu yaşamöyküsünü okuyarak ve Dr. Arnold'u
ilişikteki ölçekte bir yere yerleştirerek bize yardımcı olmanızı
istiyoruz." Sorular "profesör"ün zekasına, meslektaşlarıyla ge-
çinme yeteneğine, öğrencilerle çalışma istekliliğine ve öğretmenlik
başarısına ilişkin yargılar içeriyordu. Her soru cümlesinde, en
çekici "Dr. Arnold", zeka bölümü 100 ya da daha az olarak algılanan
ve kötü öğretmen olarak görülen daha az çekici diğerlerinden
daha fazla puan aldı.

  Birkaç ay sonra üniversite kampüsüne gerçek bir başvuru sahibi
geldi. Bu kadın olağanüstü bir öğretmendi, ama son derece
şişmandı ve dış görünümüne hiç özen göstermiyordu. Fakülte ve
öğrenciler onu tavsiye ettiler, ama o işe alınmadı; çünkü, yöneticilerden
birisinin açıkladığı gibi, "gerçekten hiç çekici değildi ve
dolayısıyla da büyük olasılıkla iyi bir öğretmen de değildi."

  DİĞER ETKİLER VE SONUÇLAR

  Okul yaşantılarını incelerken kızlara ve oğlanlara her zaman
aynı genellemeleri yapmamamız gerekir. Horner (1970),
kızların, özellikle erkeklerle yarıştıklarında, bir başarı korkusu
yaşadıklarını ileri sürdü. Horner'e göre kızlar toplumsal açıdan
reddedilmekten ve kadınsı sayılmamaktan kaygı duyuyorlar ve
dolayısıyla başarılı olmaktan kaçmaya çalışıyorlar. Fakat
özellikle fakülteli kızlar arasında bir değişim alttan alta gelişebilir;
Horner'ın bulgularını tekrarlama çabaları tam olarak
başarılı olmadı (Zuckerman ve Wheeler, 1975) ve Horner'i eleştirenler
başarıdan kaçma güdüsünün bazı insanların kendilerini
neden ve nasıl geri plana çektiklerine ilişkin açıklamalardan
yalnızca biri olduğunu savundular (Tresemer, 1977).

  LİSEDEN AYRILMA

  Sorunun yaygınlığı. Ergenler okuldan ayrılarak gelişim
gizilgüçlerine ketvurmayı seçebilirler. 1920'de ergenlerin yaklaşık
yüzde 80'i lisede mezuniyete kadar kalmamıştı. 1950'lerde bu
sayı yüzde 45'e, 1960'larda yüzde 35 dolaylarına düştü. Son on yıl
içinde okuldan ayrılma oranının yüzde 17 ile yüzde 30 arasında
olduğu tahmin edilmektedir.

  Nüfusun yaklaşık yüzde 10'unu oluşturan 22 milyondan fazla
insan lise öğrenimini hiçbir zaman bitirmemiştir. Her yıl yaklaşık
1 milyondan fazla kişi de çoğu onuncu ve on birinci sınıflarda
olmak üzere liseyi terketmeyi sürdürecektir.

  Neden bu kadar fazla? Bazı nedenler açıktır: Mali güçlükler,
düşük notlar, aile sorunları, yeterince tanımlanmamış hedefler
ve para, araba ya da eğlenme isteği. Ancak, sorumluluğun
bir bölümü de eğitim kurumunun kendisindedir. Bizim toplumumuz
her şeyden önce bir orta sınıf toplumudur. Bizim okullarımız
ve onların kadroları orta sınıftır ve orta sınıf değerlerini
öğretirler. Düşük sosyoekonomik sınıflardan gelenler ya da etnik bir
azınlığın üyesi olan öğrenciler iyi okul deneyimlerine sahip
olmayabilirler.

  Birçok araştırma anababanın öğrenim derecesi ile çocuklarınınki
arasında yakın bir ilişki olduğunu belgelemektedir (Fantani
ve Weinstein, 1968). Sosyoekonomik sınıflar, akademik başarıyla
son derece ilişkili özellikler olan psikolojik bağımsızlığı
ve bireysel düşünceyi ne kadar yüreklendirdikleri açısından
farklılaşmaktadır (Baumrind, 1971; Barton ve arkadaşları, 1974;
Hoffman, 1974).

  Öğretmenlerin kendini doğrulayan kehanet türünden beklentileri
de (Rosenthal ve Jacobson, 1968) bir rol oynayabilir. Örneğin,
yeni öğretmenlere hepsi ortalama ZB puanına sahip çocuklardan
oluşan bir sınıf verilirse ve bazı öğrencilerin parlak, diğerlerinin
yavaş olduğu söylenirse, öğrencilerin final notları ve
yeteneklerinin değerlendirilmesi bu önyargıları yansıtabilir. Alt
sosyoekonomik statünün ya da bir azınlık grubunun üyesi olmanın
etkileri bu koşullar altında açık hale gelir. Özellikle okumada
olmak üzere gelişmemiş dil becerilerinin ve olumsuz bir benlik
kavramının her ikisi de bu tür çocuklar ve ergenler arasında daha
büyük bir sıklıkla bulunmaktadır. Bu özellikler tek başına ya
da diğerlerinden birisiyle birleşmiş olarak, özellikle erkek
çocuklar arasında yüksek olan okuldan ayrılma oranından büyük
ölçüde sorumludur (Ausubel ve ark., 1977). Öte yandan, kızların
yüzde 53'ü gebelik ya da evlenme kararı nedeniyle okuldan erkenden
ayrılmaktadır (Hethaway ve Monachesi, 1963). Sınıfta
özellikle kötü zaman geçirdiğinizde, büyük olasılıkla, para kazanan,
yeni arabalar kullanan, müzik setleri satın alan, şık lokantalarda
yemek yiyen ve tatillerde yurtdışına giden arkadaşlarınızı
düşünmüşsünüzdür. Oysa siz kütüphanenin bir köşesine
takılıp kitapları karıştırıyorsunuz. Eğer gerçekten bu zahmete
değip değmediğini düşünüyorsanız yalnız değilsiniz. Gene
de iyice düşünün.

  Parasal ödüller açısından ek eğitim yılları ne anlama gelmektedir?
1956'da erkek lise mezunlarının ortalama yıllık geliri
4413 dolar, üniversite mezunlarının 6038 dolardı. İstatistiklerin
bulunabildiği en son yıl olan 1978'de bu farklılıklar 14286 dolar
ve 20189 dolardı (U.S. News and World Report, 25 Şubat 1980, s.
67) ve büyük olasılıkla bugün -enflasyona karşı ya da belki enflasyondan
dolayı- daha da büyüktür.
.

Sosyal Bilgiler

ÖĞRENCİLERİN OKUL KARŞISINDAKİ TUTUMLARI
« : Ağustos 19, 2008, 09:26:12 ÖS »