Gönderen Konu: Mustafa Kemal Atatürk'ün TBMM'nin açılışında yaptığı konuşmanın özeti  (Okunma sayısı 12340 defa)

Çevrimdışı Sosyal Bilgiler1

  • Administrator
  • Usta Öğretmen
  • *****
  • İleti: 2921
  • Rep +712/-3
TBMM Açılış Konuşmasından
Kısaltılmış Bazı Bölümler (24 Nisan 1920)

Sayın milletvekilleri! Bugün içinde bulunduğumuz durumu büyük Meclisinizin huzurunda tam olarak ortaya koyabilmek için bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum. Arz edeceğim konular birkaç bölüme ayrılabilir:
Birinci bölüm; Ateşkes'ten Erzurum Kongresi'ne kadar geçen süre içindeki durumla ilgilidir.
İkinci bölüm; Erzurum Kongresi'nden 16 Mart tarihinde İstanbul'un düşmanlar tarafından işgal edildiği güne kadar olan süreyi içine almaktadır.
Üçüncü bölüm; 16 Mart'tan şu dakikaya kadar olan durumla ilgili olacaktır.
Açıklamalarım birtakım belgelere dayanacaktır. İzninizle o belgeleri gerektikçe burada okuyacağım. Yalnız birinci dönem ile ilgili açıklamalarım belki biraz şahsi olacaktır. İçinde bulunduğumuz durumu bütünüyle aydınlatabilmek için o dönemden söz etmeyi gerekli buluyorum.
Yüce makamlarınızca da bilindiği gibi, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, milli temele dayanan adil bir barışı sağlayabilmek umudu ile ateşkes istedi. Bağımsızlığı uğrunda dürüst ve cesur bir biçimde savaşan ulusumuz, 30 Ekim 1918 tarihinde imza edilen Ateşkes Antlaşması ile silahını elinden bıraktı.
İtilaf donanmaları İstanbul'a girdikten sonra Ateşkes Antlaşması'nın hükümleri bir tarafa bırakıldı; gün geçtikçe artan bir şiddetle, saltanat hakları, hükümetin gururu, milli onurumuz hiçe sayıldı. İttilaf heyetinden gördükleri özendirme ve koruma sayesinde Osmanlı uyruğundaki Müslüman olmayan unsurlar her yerde küstahça saldırılara başladılar.
Meclis-i Mebusan'ın feshi, kuvvetini milletten almayan hükümetlerin sık sık değişmesi ve halkın vicdanından doğan milli birlik uğrundaki çalışmaların üzücü bir şekilde siyasi ihtiraslara kurban edilmesi yüzünden dünyaya karşı milli varlığımız duyurulamadı.
Yabancı kuvvetlerin işgali altında inleyen başkentimizde kan ağlayan bütün onurlu kişiler, millet aydınları, din ve devlet hizmetlerinin önde gelen kişileri, büyük hilafet ve saltanat makamı milli bağımsızlığımızın bu tehlikeli durumdan kurtarılmasının ancak milli vicdandan doğan birliğin azim ve iradesine bağlı bulunduğuna iman getirdiler. Fakat İstanbul'un baskı ve işgal altında bulunması sebebiyle milli onuru korumaya maddeten imkan kalmamıştır.
İşte bu sırada, Anadolu'ya mülki ve askeri işlerle görevli olarak Ordu Müfettişliğine atandım. 16 Mayıs 1919 günü İstanbul'u terk ettim, Samsun'da bu iş için görevlendirilmemi, din ve millete hizmet etmek için en büyük ve kutsal bir şeref olarak kabul ettim.
Milli vicdanın büyük iradesine bağlı olarak, milleti bağımsız ve vatanımızı düşmanlardan arınmış görünceye kadar çalışmak andıyla 16 Mayıs 1919 günü İstanbul'dan ayrıldım. Samsun'da işe başladım. İlk düşüncem, ülkemizde güvenliği kendi imkanlarımızla gerçekleştirebileceğimiz inancı oldu. Aslında Canik Livası'nın (Merkezi Samsun'da olan o zamanki sancağın adı) özel durumu da bu konuda en hızlı biçimde davranılmasını gerekli kılmakta idi. Gerçekten Rumların egemenliğini ve İslam halkının tutsaklığını amaçlayan, Atina ve İstanbul komitaları tarafından yönetilen Pontus Hükümeti, Karadeniz sahili ile kısmen Amasya ve Tokat'ın kuzey ilçelerinde oturan Osmanlı Rumlarının hayallerini körüklüyordu. Alınan önlemler sayesinde başarılı sonuç elde edildi. Fakat bu önlemler ve başarı yalnız Pontus dolayları ile sınırlı idi. Halbuki her gün haksızlıklarını artıran İtilaf Devletleri'ne milli varlığımızı siyasi olarak kanıtlamak ve fiili saldırılar karşısında milletin namus ve bağımsızlığını bilfiil korumak çok önemli idi. Aslında doğuda ve batıda, hemen ülkemizin her yanında millet ve vatan haklarını korumak ve kollamak için dernekler kurulmuştu. Bu dernekler, düşmanlarının esaret boyunduruğuna girmemek amacı ile milli vicdanın azim ve iradesinden doğmuş kuruluşlardı.
Bu sıralarda, bütün belediye başkanlarımıza İstanbul'da İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin (İngiliz Dostları Derneği) kurulduğu ve her yerde derneğe katılarak İngilizlere yardım edilmesinin gereği konusunda Said Molla imzası ile bir telgraf geldi. Bu olayda Hükümet'in ilgi derecesini ölçmek için Sadrazam (Başbakan) olan Ferit Paşa'dan bilgi istedim. Hiçbir cevap alamadım.
Bilinmeyen kişiler tarafından başlatılan böyle düzensiz ve çeşitli siyasi maceralara yönelik girişimlerin, büyük felaketlere sebep olacağını anlayan millet, Said Molla'nın çağrısını önemsemedi.
Binlerce saldırı ve haksızlıklar altında inleyen ve İzmir faciası olayı karşısında kan ağlayan millet, hükümetten ve İtilaf Devletleri Temsilcileri'nden ağlayarak yardım ve hak isterken, pek çok belediye başkanı ve birçok milli hakları koruma dernekleri gönderdikleri telgraflarda hakkımda güvenlerini bildirerek benden bu konuda çalışma ve fedakarlık istiyorlardı.
Yaşamımı ve kişiliğimi adadığım soylu ve ezilmiş milletimin bu haklı isteği üzerine artık benim için kutsal görev, milli iradeye uymayı herşeyin üzerinde görmekti.
Bunun üzerine yayınladığım bir genelge ile millete kesin sözümü verdim. İşte bu genelgenin son cümlesi şöyle idi: Geçirdiğimiz şu ölüm ve kalım günlerinde, bütün milletçe her tarafta arzu ve coşku ile elde edilmeye azmedilen milli bağımsızlığımız uğrunda tüm varlığımla çalışacağıma güvenmenizi isterim. Bu kutsal amaç uğrunda milletimle birlikte sonuna kadar çalışacağıma da mukaddesatım adına söz veririm.
... Bütün milletin, durumunu anlayarak geleceğine kendi başına hükmetmeye kararlı olduğunu anlamıştım. Milletin ve ülkenin şimdiki durumu göz önünde tutularak, haklarını korumak ve kollamak üzere her türlü etki ve denetimden arındırılmış milli bir kurulun oluşturulmasını gerekli gördüm. Bunun için ilgili kişilerle görüşerek ve konuşarak Sivas'ta genel bir milli kongrenin toplanmasını kararlaştırdık. Büyük ve kanlı tehlikeli olaylarla daha çok karşı karşıya bulunan doğu illerimiz, Erzurum'da adı geçen il adına aynı amaçla bir kongre toplanması girişiminde bulunmuştu. Sivas Kongresi için gizli bir bildiri ve mektup yayımladım...
Sivas'ta milli kuruluşun hazırlanması ve tamamlanması, Erzurum'dan sonra Sivas'ta Osmanlı ülkesi adına genel bir kongrenin toplanması ve delegelerin çağrılması için gereken bazı önlemler alınıp düzenlemeler yapıldıktan sonra Erzurum'a gitmek üzere yola çıktım...
Harbiye Nazırı Ferit Paşa'nın Erzurum'da aldığım bir telgrafında:
“İstanbul'a hareketlerinin çabuklaştırılmasını rica ederim” denilmekte idi.
Telgraf başında da Ferit Paşa şunları söyledi:
"Paşam! İtilaf Temsilcileri'nin pek katı başvuruları beni bu günkü telgrafımı yazmağa zorladı. Yüksek şahsınızı benim kadar kimse tanıyamaz. Vatanımızın onuru ile ilgili yüksek amaçlarınızı bilmekteyim.
Bendeniz İstanbul'a onur vereceğiniz konusunda hem Padişah Efendimize hem de Temsilciler'e söz verdim. Mahçup olmayacağıma eminim.
İtilaf Temsilcileri'nin de burayı onurlandırdığınızda size karşı saygı göstereceklerini bildirmek isterim. Bu konuda kesinlik sağlanmıştır. (Gülmeler) Ancak ve ancak yüksek şahsınızın hemen oradan ayrılarak buraya gelmeniz gereklidir." (Beklesinler, sesleri ve gülmeler)
Ferit Paşa'ya verdiğim cevapta şunları söyledim:
"Bendenizin vatan ve milletin kurtuluşuna hizmet etmekten başka bir amaç taşımadığımı ve şimdi bile devletin sınırları içindeki çalışma ve hareketimin bu konuya yönelmiş olduğunu, İtilaf Devletleri Temsilcileri'nin şahsımdan bu derece kuruntulu bulunmalarının birtakım dedikodulardan kaynaklandığını ve bunların, bendenizi bütün duygu ve düşünlerimle tanıyan Padişah'ın yüce buyrukları ile Hükümet emrinde çalışacağıma inanmış bulunan yüksek şahsınız tarafından verilecek açıklama ve güvence ile düzeltilebileceğine ve giderilebileceğine eminim.
Dört gün önce Padişah makamına göndermiş olduğum ve İtilaf Temsilcilerince de itiraz edilindiği anlaşılan yazımın cevabı alınıp incelenmeden İstanbul'a geleceğim konusunda söz verilmemeli idi.
Hiçbir uygun sebep bulunmadan İzmir'in ve Antalya'nın, hükümetimizin bilgileri dışında düşman tarafından işgali ve silahsız, çaresiz halkın Rum eşkiyasına doğratılması ve sonuç olarak iffet ve namusun ayaklar altına alınması ve şu anda da Aydın ilinin her tarafından bu uygunsuz durumun sürdürülmesi ve tekrarı bir süre önce bu bölgeden Nurettin Paşa'nın alınması ile ortaya çıkan bir komuta boşluğunun doğurduğu vahim sonuç değil midir? Bu yöre için de böyle kanlı bir sonuç hazırlanmış ve buna engel görülen komuta heyetlerinin değiştirilmesi gerekliliği hissedilmiş ise, Temsilciler'in vatanı yok etmeye yönelik istekleri karşısında Hükümet ileri gelenleri için ikinci bir hainliğe neden olmak yerine, millet arasına kişi olarak karışmaları vatanperverliğin örnek bir davranışı olur. (Alkışlar)
Doğu'dan Şevki ve İhsan Paşa'ların alınması, vatanımızın batısındaki bir bölümün acımasızca işgali programının yürürlüğe konmasını önleyebildi mi?"
Ferit Paşa'nın verdiği cevap şudur:
"Yüksek açıklamalarınız doğrudur. Ancak bir milli hareketin olacağına inanan İngilizleri, yüksek kudretiniz ve vatanı koruma çalışmalarınız endişelendirmiş ve düşmanlarımız tarafından her gün çeşitli nedenlerle yaratılan dedikodu, bu endişeyi artırmış olacak ki, bugün yüce şahsınızın ordunun başından alınıp İstanbul'a getirilmenizi Bab-ı ali'den istemişlerdir. Bu istekleri tehdit eder bir biçimde söylemişlerdir. Dört gün önceki duruma göre Padişah Hazretleri'nin yüksek onaylarına sunulan öneri bendenizden gelmiş idi. Fakat bugünkü durum böyle ani ve acele bir daveti gerektiriyor.
Bab-ı ali'de makine başında geç zamana kadar sizi rahatsız etme nedenim, sizin de bildiğiniz gibi, bir mecburiyetten ve vatan menfaatinin gerekliliğinden doğmaktadır. Aynı zamanda İngilizler tarafından size hakkınız olan saygının gösterileceği konusunda Dış İşleri Bakanı vekili tarafından söz alınmıştır. Bendeniz, ilk telgrafta da ima ettiğim gibi, Paris Konferansı kararlarına boyun eğmekten başka yapılacak bir şey görememekteyim. Şimdilik iyi geçinme durumunu seçmek uygun gibi görülüyor. İşte bu nedene dayanarak en kısa zamanda İstanbul'a hareket etmeniz beklenmektedir.
Sizinle yapacağımız görüşmeler tabii ki bizi de aydınlatacaktır. Temsilciler'e, emirleri gereğini duyurmak üzere, hareket kararınızın zamanının en kısa zamanda belirlenmesini rica ederek beklemekteyim."
Verdiğim cevapta şu maddeler vardı:
"Dün sizlerden aldığım telgrafta Paris Konferansı kararlarına boyun eğmekten başka yapılacak bir şey görülemediği söylenmektedir. Bu kararlar nelerdir? Ajansların en son duyurusu milli bağımsızlığımızı ve geleceğimizi pek ümitsiz bir durumda gösteriyor. Mesela, Paris Konferansı Trakya, Pontus, İzmir, Kilikya konularını devletin aleyhine olarak belirlemiş ve Doğu illerinde Ermenistan egemenliğini kabul ederek onaylamış ise, bu kararlara boyun eğmek için yetki ve sorumluluk alan ve değerlendirenler kimlerdir? Sadrazam Paşa Hazretleri vatan ve milletin gelecek haklarını yok eden bu feci durumları ortadan kaldırmak ve değişirmek için ne gibi olumlu maddi güvence ve ümitle dönüyorlar?
Padişahlık makamının, bütün devlet ve millet gerekçeleri ve hilafet hakları üzerindeki oyunlar konusunda samimi bir şekilde ve uygun bir dille aydınlatılmaları ve görevlerinden dolayı sorumlu olmayan yüce Padişah Hazretleri'nin güç ve buyruklarını daima gerçek dini dileklere ve devlete yöneltmek gerekli bulunmaktadır. İstanbul'daki bazı kişiler ve özellikle bir iki ay bile iktidarda kalamayan değişken kabineler, kendilerinde oluşan görüş bozukluğu, vicdansızlık, milletin genel tutumuna ters düşen ve meşru olmayan düşüncelerle bakanlık yönetmek ve yetki kullanmak gibi tarihin en feci sorumluluklarından kesin olarak uzak kalmalıdırlar.
Bendenize gelince; çok yanlış ve hatalı bir anlayış içinde bulunulduğunu görüyorum. Bugün vatanımızda bir millet kudreti varsa, bu akım, felaketler sonucu uyanan milletin kalp ve düşünce gücünden doğmuştur. Bendeniz de ancak buna uyuyorum. Benim buradan çekilmem ile ilgili düzenlemeler çok hatalı ve özellikle çok tehlikelidir. Bendenizin korunması hakkında Dış İşleri Bakan Vekili Beyefendi tarafından İngilizlerden güvence alındığı söylenmektedir. Buna çok hayret ettim. Çünkü devletler ve milletler adına ve şerefine resmi bir şekilde imzaladıkları ateşkes hükümlerini korumaya bile asla uymayarak alabildiğine saldırılarda bulunan ve pek çok onur kırıcı durumlara neden olan İngilizlerin bu güvencesine inanmak pek saflık olur. Yalnız tam anlamı ile inanılmasını isterim ki, eğer memleketin kurtuluş ve esenliği benim çekilmeme bağlı olsaydı, kayıtsız şartsız ve geleceğim hakkında hiçbir ümit ve amaç beslemeyi aklıma getirmeden, benliğimi kurban etmek kadar vicdani ve basit bir şey olamazdı. (Alkışlar) şunu eklemek isterim ki, aradaki büyük fark, gerçek durumun henüz karşı tarafça anlaşılamamış olmasındandır.
Seçildiği açıklanan iyi geçinme yolunu çok üzücü buluyorum. Çünkü iyi geçinme, bir insanın zayıf noktasını hoş görmek ve onun devam etmesini sağlamak değildir. Üzücü olmakla birlikte, Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından bugüne kadar, hükümetlerin birbirine benzeyen yetersiz ve zayıf durumlar göstermesi ve milli kuvvetleri desteklenebilir bir kuvvet olarak kabul etmemesi, İtilaf Devletleri'nin ülkemizi istila etmesine engel olamamış, tam tersine amaçlarını kolaylaştırmıştır.
General Allenbi ile halen Padişah Hazretleri'nin baş mabeyincisi olan eski Harbiye Nazırı Yaver Paşa'nın bizzat yaptığı konuşmaya ve adı geçen kişinin karşı karşıya bırakıldığı içler acısı duruma ve ayrıca bir yabancı general ile eski Harbiye Nazırı Abdullah Paşa'nın görüşmelerinde generalin kullandığı bağımsızlığı hiçe sayan sözlerine bu arada dikkatinizi çekmek isterim.
Şimdiye kadar bundan önceki kabineler tarafından izlenen bu iyi niyet yolu nedeniyle Anadolu'nun batı kesimi ve saltanat başkentinden, Hilafet makamındaki şerefli Hükümdarımızın saraylarına kadar her yer korkunç bir şekilde işgal edilmiştir.
Ayrıca milli kuvvetler saptanarak yok edilmeye ve Doğu Anadolu için de aynı ilginç işlemler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle yüce şahsınızın ve içinde bulundukları bakanlar kurulunun böyle girişimlere yardımcı olmama vatanseverliği göstermeniz arzu edilir. Buna şunu da eklemek isterim. Görüş ve düşüncelerimin gerçekleşeceği konusundaki inancım tamdır. Çünkü bu görüş ve düşünce, her yöredeki bilgi ve milli onur sahibi kişilerin ortak ve genel görüşüdür ve özellikle milli vicdanın izlenimlerine dayanmaktadır.
Anadolu'daki büyük komutan makamlarının bir süreden beri sarsılması ve o boşlukların yerine ancak yetersiz ve bilgisizlerin doldurulması gibi, Batı Anadolu'yu boğazlanmışcasına elinden kaptıran, onurlu kişilerin yerine geçenlerin izledikleri politikaya bir kez daha dikkatinizi çekerim..."
Ferit Paşa'ya en son verdiğim cevap şudur:
"Harbiye Nazırı Ferit Paşa Hazretlerine,
Erzurum, 6 Temmuz 1919
Ermenistan'a bağlanmalarına söz verilmiş olduğunu öğrenmekle heyecana gelen ve coşan Doğu illeri halkının arasından ayrılıp İstanbul'a gelmem konusundaki önerinizi yerine getirmek konusunda kişisel irademi kullanmaya manen ve maddeten imkan bulamıyorum. Durumun değerlendirilmesini, bilinen mertliğiniz ve samimiyetinize güvenerek arz ederim, efendim.
Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişah'ın Fahri Yaveri
M. KEMAL
"... Padişah Hazretleri'nin devletli mabeyni yüce başkatipliği eliyle Padişah Hazretleri'nin yüce katına. Şimdiye kadar gerek Padişahlık yüce makamına ve gerek Harbiye Nazareti'ne yazdığım yazılarda vatan ve milletin ve yüce hilafet makamının karşılaştığı üzücü olayları ve buna karşı ortaya çıkan tepkileri ve milli durumu bütün safhaları ve açığı ile arz ettim.
... Yüce saltanat ve hilafet makamınızın ve asil milletimizin sonuna kadar daima koruyucusu olarak kalacağımı içten gelen duygularımla arz ve temin ederim. Yüksek askerlik mesleğinden istifa ettiğimi Harbiye Nezareti'ne bildirdim. Onurlu Padişah'a sıhhat ve esenlikler diler ve her türlü kötülükten korumasını Cenabı Hak'tan dilerim. Yüce bilgilerinize sunarım.
Mustafa KEMAL
Birinci dönem ile ilgili olan açıklamalarım burada bitmiştir. Arkadaşlar, sizleri fazla yormamak için ufak bir aradan sonra devam etmek istiyorum.
MUSTAFA KEMAL PAŞA

... Efendiler!
Bu sınır sadece askeri gerekçelerle çizilmiş bir sınır değildir, milli sınırdır. Milli sınır, olmak üzere tespit edilmiştir. Fakat bu sınır içinde İslam öğesine sahip yalnız bir milletin olduğu düşünülmesin. Bu sınır içinde Türk vardır, Çerkez vardır ve diğer İslam öğeleri vardır. İşte bu sınır karışık bir halde yaşayan, bütün amacını tam anlamı ile birleştirmiş olan kardeş unsurların milli sınırıdır. (Hepsi İslam'dır, kardeştir sesleri) Bu sınır olayını kararlaştıran maddenin içerisinde büyük bir ana öğe vardır. Fazla olarak da bu vatan hududu içinde yaşayan İslam unsurlarının her birinin kendine özgü olan yörelerine, geleneklerine, ırkına özel olan ayrıcalıkları bütün samimiyeti ile ve karşılıklı olarak kabul etmiş ve onaylanmıştı. Doğal olarak bununla ilgili ayrıntılı bilgiler yoktur. Çünkü bu ayrıntılı bilgilere girmenin zamanı değildir. İnşaAllah, varlığımız kurtarıldıktan sonra (inşaAllah sesleri) kesin şeklini alacağından şimdilik ayrıntıya girilmemiştir. Fakat aslında bu, maddenin kapsamındadır. Yine Erzurum Kongresi'nin milli esaslarından birisi, efendiler, işte bu milli sınır içindeki yönetimin milli egemenlik esaslarına dayanmasıdır...

Efendiler,
Müslüman olmayan unsurlar, azınlıklar adı altında bütün dünyanın üzerinde durduğu ve özellikle bizim ülkemizle ilgili olunca pek büyük önemle göz önüne alınan bir sorundur. Doğal olarak bu olaya bir kural koymak gerekir ve bu o zaman da gerekli idi. Kongre'nin koyduğu kural gereğince Müslüman olmayanlara, Müslüman olanlara verilmiş olan haklar aynen verilecektir. Bundan daha normal bir kural bulunamaz. Bununla aynı sınır içinde yaşayan insanlara aynı kanuni haklar verilmiş oluyordu. Yine en önemli kurallardan birisi, devletin, milletin iç ve dış bağımsızlığı idi. Millet bağımsızlığından vazgeçmiyor ve vazgeçmeyecek esas kabul edilmiştir. Ancak, bu ana şart daima saklı ve saygıdeğer tutulmak üzere, ülkemizin bayındırlık durumunu, milletimizin varlığını ve genel olarak düşünce düzeyimizi göz önünde tutacak olursak, bütün dünyadaki gelişme ile bunu karşılaştırdığımızda itiraf etmek zorundayız ki, biraz değil, çok geri durumdayız. Bu nedenle durumu değiştirmek için çok büyük kaynaklara, çok çeşitli araca, kısacası herşeye ihtiyacımız vardır. Milletimizin ilerleme ve yükselmesi için ve ülkenin bayındırlığı için, ihtiyaç duyduğumuz herşeyi dışarıdan almak konusunda doğal olarak tam bir olgunlukla hareket edeceğiz, dış ilgi ve yardımı tamamen uygun göreceğiz. Ancak arz ettiğim gibi, bağımsız kalmak görünüş ve yetkisini daima korumak şartı ile... Erzurum Kongresi'nin esas şartları bunlardan oluşuyordu.

Efendiler!
İstanbul'da Ferit Paşa Kabinesi ile milletin, bütün mülki erkan ve ordunun bağlantısı bu suretle kesintiye uğratıldı ve bu durum tam 23 gün sürdü. 23 günlük sürede, hepinizce bilindiği gibi, milletimiz kutsal amacını gerçekleştirmek için birlik ve dayanışmasını ne dereceye kadar gösterebileceğini cesur davranışlarıyla ispat etti. Bu, millet için, hepimiz için gurur duyulacak ve övünülecek bir durumdur. Nihayet 23 gün, sonra Ferit Paşa işlediği büyük suçu, millet ve memleketin anladığını, milletin kararlı olduğunu ve kahramanlıktan geri kalınayacağını sezerek istifa etmeye mecbur oldu...
... Bir de İngiltere ve Fransa'nın kendisine İstanbul'u vermeyi tasarladıkları Rusya dururken, Balkan Savaşı uğursuzluğundan sonra milli varlığımız ve askeri değerimize dayanmadan, milletimizi kendilerine katılmış saysak bile, halkımızın bunu arzuladığını düşünmek doğru olamaz. Savaşa girmemizi bir hainlik olarak nitelemek ve koca bir milleti dört beş kişinin oyuncağı durumuna düşürmek, düşüncemize göre yarar sağlamak şöyle dursun, tam tersine düşük Ferit Paşa'nın Paris'te sakat bir düşünce ile vermiş olduğu Avrupa'dan merhamet dilenen demecine karşılık Clemenseau'nun cevabı olan hakaret dolu sözlerin, Allah korusun, bir kere daha duyulmasına neden olabilir. Bundan dolayı, mert bir biçimde gerçeği söylemek ve kahramanca savaşan bu koca milletin yenik düşmesinin mecburi sonuçlarına katlanmakla birlikte, bu olayın cinayet olarak kabul edilmemesi ve bu yüzden ceza verilmesinin düşünülmemesi kusursuz ve yararlı bir prensip olarak kabul edilebilir. (Bravo sesleri ve alkışlar)
Savaşa sebep olanlar hakkındaki konuya gelince; savaş ilanı sorumluluğu olmayan yüce Padişah'ın yetkisi olduğuna ve o zamanki bakanlar kurulunun savaş ilanından dört ay sonra toplanan Millet Meclisi'ne yaptığı açıklamalar üzerine alkışlarla Meclis'in güvenini sağladığına göre, olay Yüce Divan'ın incelemesinden geçmeden, olur olmaz şu veya bunun aleyhine suçlamalarda bulunmak doğru olmayabilir...
... Milli iradeyi tek meşru gerçekleştirme yeri olan Meclis-i Mabusanımızın yasama yetkisinin sağlamlaştırılması için millet içinden kaynaklanan coşku ve kınamalar gerçekleşmiş ve bu konu yeni kabinenin milli amaçlara karşı olan kişilerden kurulmasını önlemek için Meclis Başkanlık Divanı'nın Padişah huzurunda yapılması ile ilgili girişimleri kolaylaştırmıştır...
... 16 Mart 1920 saat 10'dan önce İstanbul telgrafçılarından (adını şimdi söylemeyeceğim) vatansever bir kişinin Ankara'da Ziraat Okulu'ndaki merkezimize gönderdiği telgraf, İstanbul işgalinin kanlı bir biçimde başladığını bildiriyordu. İstanbul Merkezi'nden, Harbiye Telgrafhanesi'nden ve telgraf aleti başındaki birçok vatansever memurlardan, birbirini izleyen çeşitli telgraflar alıyorduk. Saat 11'e kadar toplanan bilgileri derhal bir genelge ile duyurduk.
Bu saatten sonra artık İstanbul'la görüşme kesilmiş, başkentin beklenen durumu ve Anadolu'nun hali göz önünde tutularak gerekli önlemlerin alınmasının sırası gelmişti. Alınan başlıca önemli önlemler aşağıda belirtilmiştir:
İzmir Cephesi'nin arkasını zorlayan Biga yöresindeki Anzavur'un eylemleri için kuvvetli bir destek oluşturan ve büyük bir ihtimalle İstanbul'dan Anadolu'ya yapılacak İtilaf Kuvvetleri Asker Taşımacılığı'nı gerçekleştirmek ve korumak görevini üstlenen Eskişehir ve Afyonkarahisar'daki İngiliz kuvvetlerinin silahtan arındırılması.
İstanbul'daki yabancı baskısı karşısında parlayacak olan Anadolu düşüncesine baskı yapmak ve korkutmak üzere İstanbul ve Kilikya'dan gönderilebilecek düşman asker sevkiyatına imkan tanınarak ve Anadolu'daki önemli yerlerin kuvvetli bir işgal ve istila tehlikesi ile karşı karşıya kalmasını önlemek üzere Geyve ve Ulukışla civarlarında demiryolunun kullanılamaz duruma getirilmesi.
Telgraf merkezleri İngilizlerin eline geçtiği için İstanbul'dan gelebilecek herhangi bir bildirinin meşru bir makamdan verilmesine imkan kalmadığından, İngiliz bildirileri ile halkın anlayışının karmakarışık duruma düşürülmesini önlemek amacı ile, telgraf görüşmelerinin kesilmesi konusunda mülki ve askeri makama gerekli bildirimin yapılması...
... Anadolu'da yerleşmiş Ermenilerin ve Rumların hükümet emirlerine ve milli amaçlara karşı gelmedikçe her türlü saldırıdan korunmaları ve tam anlamı ile mutlu ve rahat bir hayat yaşamaları öteden beri kabul edilmiş bir ana konu idi. Kilikya ve dolaylarında ve Doğu hududumuz dışındaki resmi ve resmi olmayan Ermeni kuvvetlerinin dindaş ve ırkdaşlarımıza karşı yapılan cinayete varan saldırıları karşısında bile, ülkemizde yaşayan Ermenilerin her türlü taarruzdan korunmasını sağlamayı pek önemli bir medeni görev kabul ettik ve Anadolu'nun dış dünya ile ilişkisinin kesik olduğu bugünler de yüce vatan çıkarlarını amaçlayan önlemler içinde Ermeni halkının esenliğinin korunması gerekliliğini bütün makamlara bildirdik.
İşte, İstanbul'un yabancı kuvvetlerce işgalinden bugüne kadar geçen acı günlerinde hiçbir dış ülkenin fiili korumasına erişemeyen Anadolu Ermenilerinden hiçbir kişinin, en küçük bir anlamda bile, saldırıya uğramamış olması, bize her nedenle cinayet yükleyen ve duyarlılığı kendi tekelinde sanan entrikacı Avrupalıların yüzlerini kızartacak ve milletimizin yaradılışından sahibi bulunduğu insanlık törelerinin yücelik derecesini ispat edecek çok önemli bir konudur.
İstanbul işgalinin bugün memlekette neden olacağı durum, aldığımız geçici önlemler ile geçiştirilecek bir nitelikte olmayıp, bu durumun devamı halinde ülkedeki yönetimin sağlam bir esasa bağlanması gerekiyordu. Karşımızda, hiçbir antlaşma ve hak tanımayan ve kendi özel yararlarından başka, insanlıkla ilgili hak ve davranışlara yer vermeyen bir itilaf heyeti; başımızda, vatan haklarını korumak, imzaladığımız antlaşma şartlarını uygulanarak, yabancı saldırılarını sınırlamak için her türlü araçtan tümüyle yoksun, esir bir hükümet vardır. Bunların birincisinin sonsuz baskısı, ikincisinin de tutsaklığı karşısında, başvuracak yeri olmayan şaşırmış ve çırpınıp duran bir millet!..
İstanbul faciasıyla Anadolu'dan yansıyan durum böyle idi ve bu durumun sürmesi halinde vatanımızda çok büyük ve korkunç bir anarşinin başlaması doğaldı. İşte bu düşünce sonucunda kesin bir karar vermek gerekti. Derhal gerekli mülki ve askeri makamlarla görüşerek ülkenin idaresini anarşiden kurtarmak üzere az önce anılan yerlerin başlarının bizimle birlikte hareket etmesi önerildi. Bu öneri samimi bir olgunlukla her kesimde iyi karşılandı.
İşgal sonucunda ortaya çıkan olağanüstü durumun öncelikli gereğini ayrıntılarıyla düşünüp bunları uygulamaya çalışmakla birlikte, İstanbul işgalinden dolayı üzüntü ve elemimiz bütün dünyanın aydın insanlığına ve bütün İslam Dünyası'na özel bir bildiri ile duyuruldu. İtilaf Devletleri Temsilcileri ve tarafsız hükümet önünde kınandı. Bütün millet de bu kınamaya katıldı...
... İstanbul'un işgali, şekil ve niteliği bakımından, Osmanlı Devleti'nin egemenliğini kökünden kaldırmak ve milletin esir alınmasını ve hor görülmesini bir oldu-bittiye getirme amacına yönelik bir harekettir. Çünkü istanbul'da doğrudan doğruya devlet kuvvetlerine el konmuştur. Şöyle ki: önce Meclis-i Mebusan zorla susturulınuştur. Bu durumda yasama kudreti bulunmamaktadır...
... İşte, anayasal durum ve hukukumuzun neden olduğu bu gereklilik ve zorunluluk dolayısıyla ve milli egemenliğin herşeyden önce sağlanması amacıyla Büyük Meclisimiz olağanüstü yetki ile toplanmıştır. Seçimlerin tam bir öncelikle ve sıcak bir ilgi ile yapılması hukuki durumumuzun bütün milletçe de aynı görüş içinde anlaşıldığını ve kavrandığını göstermektedir. Ayrıca, Büyük Meclisimizin kuruluş şekli ve esasları, milli iradeye içtenlikle ve büyük bir güçle dayandığını göstermektedir .
Meclisimizde oluşan ve beliren milli kudretimiz, Hilafet makamı ve saltanatı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı Devleti'ni dağılma ve tutsaklıktan kurtarma önlemleri alacaktır. Tam bağımsızlığa sahip, Hilafet makamına vicdani bağlılığı ile övünen, İslam Dünyası içinde yaşama anlayışını kendinde gören bir milletin tutsak olamayacağı inancıyla, davranışlarımızı adım adım izleyen bütün medeni dünya ve insanlık sizlere yardımcı olacaktır. (Alkışlar) İstanbul faciasını izleyen günlerden şu ana kadar Temsil Heyetimiz milletler arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu. Osmanlı kanunlarının yürürlüğünü sağladı. Çalışmalarından alıkonulan devlet gücünün yokluğunu hissetirmemeye çalıştı. Bundan dolayı genel güvenliği korumuş ve savunmuş olmakla görevini gereği gibi yaptığından emindir. Bu dakikadan itibaren, yedi yüz yıl boyunca onurlu ve yüce bir hayat sürdükten sonra yok olma uçurumunun kenarında ancak ayakta durabilen Osmanlı Milleti'nin geleceğinin sorumluluğu, sayın Meclisinizin çalışma gücünü artıran bir neden olacaktır.
Davamızın kanunlara uygunluğu ve bütün millet ve milletlerin, insanlık hak ve hukukundan paylarını almış olduğuna inandığımız yüreklerinin, bizimle birlik ve bize daima yardımcı ve destek olduğuna güvenimiz tamdır. Başarı ümitlerimizin kalplerimizde bir an bile karamsarlığa düşmemesini sağlayacak olan, sonsuz gücümüzdür, özellikle büyük Allah her zaman bizimledir. (Amin, amin sesleri)
Vermek istediğim bilgiler ve ayrıntılar bu kadardır."
 
.

Sosyal Bilgiler