Gönderen Konu: Atatürk'ün İzmir İktisat kongresinde yaptığı açılış konuşması  (Okunma sayısı 17946 defa)

Çevrimdışı Sosyal Bilgiler1

  • Administrator
  • Usta Öğretmen
  • *****
  • İleti: 2921
  • Rep +712/-3
İzmir İktisat Kongresi
Açılış Konuşması
 
Efendiler; Aziz Türkiyemizin iktisadi tealisi eshabını aramak ve bulmak gibi vatani, hayati ve milli bir gaye-i mukaddese için bugün burada toplanmış olan sizlerin, muhterem halk mümessillerinin huzurunda bulunmakla çok mesut ve bahtiyarım.

Efendiler;
Uzun gafletlerle ve derin lakaydi ile geçen asırların bünye-i iktisadımızda açtığı yaraları tedavi etmek ve çarelerini aramak, memleketi mamuriyette, milleti refahiyet ve saadete işgal yollarını bulmak için vuku bulacak mesainizin muvaffakiyetle neticelenmesini temenni eylerim.

Arkadaşlar;
Sizler doğrudan doğruya milletimizi temsil eden halk sınıflarının içinden ve onlar tarafından müntehip olarak geliyorsunuz. Bu itibarla memleketimizin halini, ihtiyacını, milletimizin elemlerini ve emellerini yakından ve herkesten daha iyi biliyorsunuz. Sizin söyleyeceginiz sözler, alınması lüzumunu beyan edeceğiniz tedbirler, halkın lisanından söylenmiş telakki olunur. Ve bunun için büyük isabetlere malik olur. Çünkü halkın sesi, Hakk'ın sesidir.

Efendiler;
Tarih, milletimizin itila ve inhitati esbabını ararken birçok siyasi, askeri, içtimai sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler hadisat-i içtimaiyede müeesildirler.
Bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla alakadar olan, o milletin iktisadiyatıdır. Tarihin ve tecrübenin teksif ettiği bu hakikat bizim milli hayatımızda ve milli tarihimizde tamamen mütecellidir. Hakikaten Türk tarihi tetkik olunursa itila, inhitat esbabının iktisadi mesailden başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır.



Efendiler;
Tarihimizi dolduran zaferler, yahut izmihlallerin kaffesi ahval-i iktisadiyemizle münasebettar ve alakadardır.
Yeni Türkiyemizi layık olduğu mertebe-i resanete isal edebilmek için behemahal iktisadiyatımıza birinci derecede ve en çok ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Zamanımız tamamen bir iktisat devrinden başka bir şey değildir.
Bir milletin eshab-i hayatiyesini, refahiyet ve saadetini teşkil eden iktisadiyatla iştigal etmemesi, edememesi nazar-i dikkati calip bir keyfiyettir. İtirafa mecburuz ki, iktisadiyatımıza lüzumu kadar ehemmiyet verememiş bulunuyoruz. Bir milletin esbab-i hayatiyesiyle iştigal etmemesi veya edememesi, o milletin yaşadığı edvar ile ve edvari tespit eden tarih ile çok alakadardır. Bunun esbabını bilhassa tarihimizde arayabiliriz. Şimdiye kadar hakiki manasıyla milli bir devir yaşamadık. Binaenaleyh miIli bir tarihe malik olamadık.
Bu noktayı biraz izah edebilmiş olmak için hep beraber Osmanlı tarihini hatırlayalım: Osmanlı tarihinde, bütün gayretler, bütün mesai milletin arzusu amili ve ihtiyacat-i hakikiyesi nokta-i nazarından değil, şunun bunun amalini, ihtirasını tatmin nokta-i nazarından vuku bulmuştur.
Mesela Fatih İstanbul'u zaptettikten sonra, yani Selçuki Saltanatı ile Şarki Roma İmparatorluğu'na tevarüs eyledikten sonra, Garbi Roma İmparatorluğu'na da konmak istedi. Bunun için de bütün milleti bu hedefe doğru sevketti.
Mesela Yavuz Selim, Fatih'in açtığı Garp Cephesi'ni tespit ile beraber Asya İmparatorluğu'nu birleştirerek bütün bir İslam İttihadı meydana getirmek istedi.
Kanun Süleyman, her iki cepheyi tevsi etmek, bütün Bahr-i Sefid'i bir Osmanlı havzası haline getirmek, Hindistan üzerinde nüfuz tesisi gibi şahane bir siyaset takip etmek istedi ve tabii bunun için de unsur-u asliyi, milleti kullandı.

Arkadaşlar;
Bütün bu ef'al ve hareket tetkik olunursa görülür ki; bu kudretli ve ezametli padişahlar, siyaset-i hariciyelerini, emellerini arzuları ve ihtiraslarına istinat ettirmişler ve teşkilat ve siyaset-i dahiliyelerini, bu mevlud ihtirasat olan siyaset-i hariciyelerine göre, tanzim mecburiyetinde kalmışlardır. Aksi takdirde felaket ve hüsran muhakkaktır.
Filhakika Osmanlı hakanları aslolan bu noktayı unuttular. Bütün ef'al ve harekatlarini hayaller ve emeller üzerine bina ettiler. Teşkilat-i dahiliyeyi siyaset-i hariciyeye uydurmak mecburiyeti hasıl olunca, zaptettikleri mahallelerdeki anasırı, olduğu gibi muhafaza mecburiyetinde kaldıktan başka, onlara istisnalar, imtiyazlar bahşettiler.
Diğer taraftan unsur-u asliyi uzun seferler de, fütühat meydanlarında dolaştırttılar ve bu suretle unsur-u asli kendi evinde, kendi yurdunda esbab-i hayatiyesini istihsal için çalışmaktan mahrum bir halde bulunuyordu. Bu tacidarlar, milleti böyle diyar diyar dolaştırmakla iktifa etmiyorlar, belki fütuhat dairesi dahiline giren halkı memnun etmek, ecnebileri memnun etmek için, unsur-u aslinin hukukundan, menaib-i iktisadiyesinden birçok şeyleri atiyye olarak onlara bahşediyorlardı.
Mesela Fatih zamanında Cenevizlilere verilen imtiyazlar bu kabildendir. Nitekim bu imtiyazlarla açılan yol bilahare kendisinden sonra tevessü etmiş bulunuyordu. Ve bu imtiyazat, devletin en kuvvetli zamanında vuku buluyordu ve bunlar, mahza ihsan-i şahane olmak üzere vuku buluyordu.
Kanuni zamanında Venediklilerle bir ticaret muahedesi yapılmak istenmişti. Padişah bunu şerefine mugayir buldu. Zira ona, göre muahede, müsavi devletler arasında yapılabilirdi. Halbuki o zaman Venedikliler bir bende makamında idiler. Öyle olmakla beraber ona müsadatta bulunurdu. İşte bu müsaade kelimesi bilahare (Kapitülasyon) kelimesi ile tercüme edilmişti. Bu, arz-i teslimiyete mecbur olanlar ve bir kal'a içinde mahsur olanlar arasında kutlanılan bir kelimedir.
Millet, evi ile ve esbab-i hayatiyesiyle iştigalden memnun olarak diyar diyar dolaştırıyorken, bu diyarlar halkı birçok imtiyazlara malik olacak çalışıyor, yani Fatihler unsur-u asliyi peşine takarak kılınçla fütuhat yapanlar, zaptolunan mematik ahalisi kazandıkları imtiyazlarla, muhtariyetlerle sabanlarına yapışıyorlar ve toprak üzerinde çalışıyorlardı. Fakat efendiler, kılınçla fütuhat yapanlar, sabanla fütuhat yapanlara binnetice terk-i mevki etmeye mahkumdur.
Bu bir hakikattir ki, tarihin her devrinde aynen vakidir. Mesela Fransızlar Kanada'da, kılınç sallarken, oraya İngiliz çiftçisi girmişti. Bir müddet kılınçla saban yekdiğeriyle mücadele etti ve nihayet saban galebe çalarak İngilizler Kanada'ya sahip oldular.

Efendiler;
Kılınç kullanan kol yorulur; fakat saban kullanan kol her gün daha çok kuvvetlenir ve her gün daha çok sahip olur.

Efendiler;
Osmanlı fatihleri, hakanları, müstevlileri unsur-u asli ile beraber sabanının önünde malup olup ric'ate başladıktan sonra asıl felaketlerin büyüğü başladı. Atiyye-i şahane olarak, ecnebilere bahşedilmiş olan ve memleket dahilindeki gayrimüslimlere verilen herşey hukuk-u müktesebe telakki olundu. Fakat ecnebiler bununla iktifa etmediler; her gün bunu tevsi için çareler aradılar ve buldular.
Anasir-i dahiliye, muhafazaya muktedir oldukları imtiyazata istinaden ve haricin terbiyat ve müzaheretine sığınarak siyasi bir mevcudiyet iktisbi için çalışmaktan geri durmalıdır. Ecnebiler bir taraftan anasiri dahiliyeyi teşvik, diğer taraftan müdahale ile devlet, millet aleyhine yeni imtiyazlar alıyorlardı. Bu tezyikat-i mütemadiye altında zaten fena düşmüş olan ana yurdu ve unsur-u asli, devlete verebilecek parayı güç tedarik ediyorlardı. Fakat tacidarlar, saraylar, Bab-ı aliler debdebeyi idame için paraya muhtaç idiler. Bunun için, bunu temin çarelerine tevessül etmişlerdi. O çareler de harici istikrazlar akdi oluyordu.
Fakat istikraz serlatini o kadar fena yapıyorlardı ki, bazılarını ödemek mümkün olmamaya başladı. Ve nihayet bir gün devletler Osmanlı Devleti'nin iflasına karar verdiler ve Düyün-u Umumiye belasını başımıza çöktürdüler.

Efendiler;
Milletin düçar olduğu bu hazin hal ve bu sefaletin esbabını arayacak olursak doğrudan doğruya devlet mefhumundan buluruz.
Biliyorsunuz ki, Osmanlı Devleti Saltanat-ı şahsiye ve en son beş on sene zarfında da saltanat-i meşruta esasına müsteniden idare-i hükümet ediyordu. Saltanat-i şahsiyede her hususta yalnız tacidarların arzu, emel ve iradeleri hakimdir.
Milletlerin arzu, emel, irade ve ihtiyaçları mevzu-u bahis olmaktan uzaktır. Millet amel ve iradesinden tecerrüt etmiştir. Tacidarlar kendilerini Allah'ın gönderdiği bir şahsiyet-i ilahiye farz ederler. Etrafını alan menfaatperestan, padişahın zihniyet ve arzusunu bir lazime-i semaviye, bir lazime-i Kur'aniye gibi herkese telkin ederler. Bu telakkiyat karşısında bir gün bütün halk bu arzu ve iradelerin bila mukame iradat-i semaviye olduğuna kani olur. Bundan tecerrüde rıza gösteren bir milletin akibeti felaket, müsibettir.

Arkadaşlar;
Son tavsif ettiğim noktada artık Osmanlı Devleti hakikatte ve fiilen mahrum-u istiklal bir hale getirmişti. Bir devlet ki tebaasına koyduğu vergiyi ecnebilere koyamaz, bir devlet ki gümrükleri için rüsum muamelesi ve saire tanzimi hakkından menedilir, bir devlet ki ecnebiler üzerinde hak-i kazasını tatbikten mahrumdur. O devlete müstakil denilemez.
Devletin ve milletin hayatına yapılan müdahalat bundan fazladır. Milletin ihtiyacat-ı iktisadiyesinden olan mesela şimendüfer inşası, mesela fabrika yapmak için devlet serbest değildi. Böyle bir şeye teşebbüs olunursa behemehal müdahale olurdu.
Hayatını teminden aciz olan bir devlet müstakil olabilir mi?
Osmanlı ülkesi, ecnebilerin müstamlekesinden başka bir şey değildi. Osmanlı halkı, Türk Milleti esir vaziyetine getirilmişti. Bu netice, arz ettiğim gibi milletin kendi irade ve hakimiyetine malik bulunamamasından, şunun bunun elinde istimal edilmesinden neş'et etmişti.
O halde diyebiliriz ki, milli bir devir yaşamıyorduk. Milli tarihe malik bulunmuyorduk. Osmanlı tarihi padişahların, hakanların, zümrelerin dasitani mahiyetinde idi. Mazinin tarih diye uzattığı kitabın mahiyeti bundan ibarettir.

Arkadaşlar;
Milletin hakimiyetine sahip olamaması yüzünden dahil olduğumuz Harb-i Umumiye'den ve bu Harb-i Umumiye'de kıymetli evlatlarımızdan mürekkep kahraman ordularımızın Galiçya, Roman, Makedonya, Kafkas sahıkaları Türk-i Sina çöllerinde düçar olduğu zahmetleri hatırlatacak kadar çok zaman geçmedi ve en nihayet bu Harb-i Umumi'nin şeametli neticesi de malumdur. Bilhassa Mondros Mütarekesi'yle açılan devrin manzarasını bir an düşünmek isteyecek olursanız, baştan aşağı kadar bir manzara-i inhilalden başka bir şey olmadığını anlarsınız.
Devletler, her türlü hukuk-u insaniyeden tecerrüd ederek memleketimizin en kıymetli ve en feyzibar yerlerini çiğnediler.
İzmir, Bursa, Eskişehir, Sakarya, Anadolu, Adana, Trakya, İstanbul vesaire gibi en aziz yerlerimizi çiğnediler. Fakat düşmanların bu tarz-ı hareketten daha elim bir nokta varsa, o da bir memleketin asırlarca bağında bulunan insanların dahi düşman saflarına geçmiş bulunmasıdır.

Arkadaşlar;
Biliyorsunuz ki, bu dahili düşmanlar, harici düşmanların yapmaya muktedir olamayacağı yeni ve feci ef'al ve harekatı irtikapta tereddüt göstermemişlerdir.
Harici düşman kuvvetleri saydığımız aziz vatan topraklarında bulunurken, padişah iradeleri ve neşrettirdiği fetvaları ile Hilafet orduları ile bu masum millet şurada, burada izlal ve iğfal olunuyordu. Ve kendi mevcudiyetine karşı, farkına varamayarak; silah istimal ediyordu ve nihayet hep bildiğimiz veçhile Osmanlı Devleti tamamen münkariz olmuştur.
Fakat düşmanlarımız ayrı zamanda Osmanlı Devleti'yle berabar Türk Milleti'nin de mahvolduğunu zannetti. İşte bunda çok aldanıyordu. Osmanlı Devleti gibi çok devletler kurmuş olan Türk Milleti mahvolamazdı. Ve mahvolmamıştı. Bilakis hayatına vurulan darbelerden harici ve dahili düşmanların acı darbelerinden birdenbire bütün teyakkuzlarını, bütün intibahlarını takındı; hayatını, şerefini kurtarmak için kemal-i şerefle başını kaldırdı. Ve müttehiden ve müsteniden ortaya atıldı.
İşte milletimiz o dakikadan itibaren milli bir devre girdi; bir halk devresinin mebde'ini kurdu. Millet bu mebde'den işe başladığı gün, kendisine hedef olan yolların ne kadar kesif zulmetler içinde bulunduğunu hatırlarız. Bu hal milleti ye'se düşürmedi. Kemal-i azim ile hedefine hatvelerini attı.

Efendiler;
Milletimiz halas-i kat'i ve hakikiye mazhar olabilmek için ilk umdeye istinadın şart olduğunu anladı. Onlardan birincisi: Misak-i Milli'nin ifade ettiği ruh ve mana.
İkincisi: Teşkilat-i Esasiye Kanunumuzun tespit ettiği gayri kabil-i tebeddül hakayık.
Misak-i Milli; miltetin istiklal-i tammini temin eden ve bunun için iktisadiyatında inkişafına mani olan bütün sebepleri bir daha avdet etmemek üzere lağveden bir düsturdur. Teşkilat-i Esasiye Kanunu, Osmanlı İmparatorluğu'nun, devletin tarihe münkalip olduğunun idrak eden, onun yerine yeni Türkiye Devleti'nin kaim olduğunu ilan eden bir kanundur.
Bu devletin hayatında bilakayd-ü şart hakimiyetin milletin uhdesinde kalacağını ifade eden kanundur. Bu kanun, hakimiyetin milletin uhdesinde kalabilmesi için halkın bizzat kendini idaresini şart kılan bir kanundur.
Artık Türkiye halkı için yegane mümessil Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetidir, diyen bir kanundur. Bab-ı ali yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetini koyan bir kanundur.

Efendiler;
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetinin milletten aldığı veçhile İstiklal-i tam, hakimiyet-i milliye umdelerine istinaden milleti zengin, memleketi mamur etmekten ibarettir.

Efendiler;
Bu umde icabi bütün cihan bilmelidir ki, artık Türkiye halkı; hakimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez. Hakimiyet demek şeref demek, namus demek, haysiyet demektir. Bir milletin bu evsaf-ı medeniye ve insaniyesinin terkini talep etmek, onu insanlıktan çıkarmak demektir.

Efendiler;
Milletimizin bu iki esasa istinad eder. Çalışmaya başladığı günden bugüne kadar geçen zaman çok değil, üç buçuk dört seneden ibarettir, fakat milletimizin kazandığı muvaffakiyet ve muzafferiyat bu senelere sığamayacak kadar çoktur, taşkındır, yüksektir ve kuvvetlidir.
Hakikaten irade-i seniyeler; Hilafet orduları ve teşrifat ile olan isyanların kaffesi bastırılmıştır. Ve tüfeksiz, topsuz, parasız bulunduğu bir zamanda yeniden dünyanın en kudretli, en azametli ordusunu teşkile kudretyap olmuştur. Orada daha hal-i teşekkülde iken Birinci, İkinci İnönü, Sakarya zaferlerini ihraz etmiş ve cihanı hayretlerde bırakan en son muzafferiyeti de kemal-i şiddet ve sür'atle ihraz ederek düşman ordularını bire kadar mahvetmiştir.
İstiklal-i tam için şu düstur var: Hakimiyet-i milliye, hakimiyet-i iktisadiye ile tarsin edilmelidir. Bu kadar büyük gayeler, bu kadar mukaddes, azametli hedefler kağıt üzerindeki düsturlarla, arzu ve hırslarla husül bulamaz. Bunların tahakkuk-u tammini temin için yegane kuvvet, en kuvvetli temel iktisadiyattır, siyaset ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferle tetviç edilemezse, semere-i netice payidar olamaz. En kuvvetli ve parlak zaferimizi de tetviç eden semere-i nafiayi temin için hakimiyet-i iktisadiyemizin temin ve tarsini lazımdır.
Bu kadar feyzli, bu kadar kudretli olan yeni hükümetimizin düşmanız kalacağını farz etmek doğru değildir. Bunun için çok kundaklar koyarak münhedim etmeye çalışacak ve suikaste teşebbüs edecekler bulunacaktır. Bütün bunlara karşı silahımız, iktisadiyatimizdaki kuvvet, resanet ve muvaffakiyetimiz olacaktır.

Efendiler;
Dahil olduğumuz halk devrinin, milli devrin milli tarihini de yazabilmek için kalemler, sapanlar olacaktır. Bence halk devri, iktisat devri mefhumu ile ifade olunur. Öyle bir iktisat devri ki, memleketimiz mamur, milletimiz müreffeh ve zengin olsun. Bu noktada bir felsefeyi hatırlayınız; o da ''el-kanaatü kenzün la-yüfna''dir.
Bu felsefeyi yanlış tefsir yüzünden bu millete büyük fenalık edilmiştir. Allah yarattığı nimet ve güzellikleri insanların istifadesi için yaratmıştır. Allah zeka ve aklı insanlara bunun için verdi.
Diğer vatan kupkuru dağ ve taşlardan, viran köy, kasaba ve şehirlerden ibaret olsaydı, onun zindandan farkı olamazdı. Felsefenin sahipleri memleketi zindan ve cehennemden başka bir şey yapmamıştı. Bu vatan evlat ve ahfadımız için cennet yapılmaya layıktır. Bu, faaliyet-i iktisadiye ile kabildir.
Öyle bir iktisat devri ki, artık milletimiz insanca yaşamasını bilsin ve o esbabi bilerek ona göre lazım olan tedabire tevessül etsin.
Arzumuz şudur: Bir memleketin efradı ellerinde numuneleriyle, ziraat, ticaret, san'at, say ve sabanın mümessili olsun. Artık bu memleket fakir, millet hakir değil, belki de memleketimiz zenginler memleketidir. Bu yeni Türkiye'nin adına "çalışkanlar diyarı'' denir. İşte millet böyle bir devir içinde bulunuyor; bu millet böyle bir devri ifa edecek ve tarihini de yazacaktır. Bu tarihte en büyük makam çalışkanlara ait olacaktır.

Efendiler;
Türkiye İktisat Kongresi tarihte ilk defa ihraz-i mevki-i bülend edecek bir kongredir. Ve sizler bu memleketin ihtiyacını ve milletin kaabiliyetini ve bunun karşısında dünyada mevcut olan çok kuvvetli iktisat teskilatını nazara alarak, alınması lazım gelen tedbirleri kemal-i vuzuh ile teati ve tespit etmelisiniz. O tedbirler tatbik olundukça memleketiniz nurlara, feyizlere müstağrak olsun.

Arkadaşlar;
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetiniz tabii miletin amali dairesinde terakki ve tecaddüde tamemen taraftardır. Bunun için mülk ve millete nafi ittihaz edeceğiniz tadabiri memnuniyetle nazari dikkate alacaktır.


Efendiler;
İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasidir. Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var.
Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminati vermeye her zaman hazırız. Ecnebi sermayesi bizleri sayemize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faydalı neticeler versin.
Mazide, Tanzimat Devri'nden sonra ecnebi sermayesi müstesna bir mevkiye malikti. Devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye buna muvaffakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptırmayız.

Arkadaşlar;
Son söz olarak demiştim ki: Memleketimizi artık esir ülkesi yaptıramayız. Nazar-i dikkatimizi celbetmiş olan konferansın son müzakeratı bu nokta ile alakadardır. Lozan Konferansı'nın talike uğraması aynı mesele ve noktadan münbasittir. Ordularımız en büyük bir zaferi ihraz etmişler ve mesyi mania muzafferanesini tevfik edecek hiçbir mania mevcut değildi. Böyle bir zamanda İtilaf Devletleri hukuk-u tabiiye ve meşruamızı müzakeret halt edeceklerini söylediler ve bizi konferansa davet ettiler.
Millet Meclisi ve Hükümetimiz samimi olarak sulh taraftarı bulunduğu için muzaffer ordularımızı durdurarak, heyet-i murahhasımızı Lozan'a gönderdik. Aylardan beri müzakeret, münakaşat devam etti. Muhataplarımız hukukumuzu tasdik etmiş olmadı.
Konferanstaki muhataplarımız bizimle üç dört senelik değil, üç yüz ve dört yüz senelik hesabatı rü'yet ediyorlar ve hala muhataplarımız Osmanlı Devleti'nin tarihe karıştığını ve bugün yeni Türkiye'nin mevcudiyetini, bunu kuran milletin çok azimkar, imanlı ve celadetli olduğunu, istiklal-i tam ve hakimiyet-i milliyesinden zerre kadar fedakarlık yapamayacağını hala anlayamamışlardır. Bu yüzden İtilaf Devletleri duçar-i tereddüt oldu. İstedikleri kadar tereddüt edebilirler. Bu millet artık kararını vermiştir. Bu millet için artık teceddüt devirleri çoktan geçmiştir.
Devletlerin heyet-i murahhasımıza verdikleri son proje bittabi şayan-ı kabul görülmedi. Ve diğer mürahhaslar gibi bizimkiler de vaz'iyeti Hükümet ve icap ederse Meclis'e izah etmek üzere memlekete avdet ediyorlar. Tabii istizahat olacaktır.
Nihayet bugün cihan bilsin ki, bu millet, istiklal-i tamminin temin edildiğini görmedikçe yürümeye başladığı yoldan bir an tevakkuf etmeyecektir.
Biz, kimseden fazla bir şey istemiyoruz. Her medeni milletin malik olduğu şeylerden mahrum edilmemeliyiz. Haklarımız tabii meşrudur, bize lazımdır. Ne kadar haklı isek, bunu müdafaa için de memleket ve milletimizin kabiliyet ve kudreti de o kadardır.

Efendiler;
Görülüyor ki, bu kadar kat'i ve yüksek bir zafer-i askeriden sonra dahi bizi sulha kavuşmaktan men eden asbap doğrudan doğruya eshab-i iktisadiyedir, maslahazat-i iktisadiyedir. Çünkü bu devlet, hakimiyet-i iktisadiyesini temin ederse o kadar kuvvetli temel üzerinde yerleşmiş ve teali etmeye başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatmak mümkün olamayacaktır. İşte düşmanlarımızın, hakiki düşmanlarımızın muvaffakata, bir türlü rıza gösteremedikleri budur.

Efendiler,
Bu fiilen vaki olmuştur. Sulh denilen şeyin temini için ecnebilerin bu hakikati itiraf etmemekteki tereddütlerine mantıki mana vermek mümkün değildir. Çok şayan-i arzudur ki, pek yakın bir zamanda onlar da bu hakikati itiraf ederler ve bütün cihan medeniyetin pek büyük havahis ve tahassüfile intizar ettiği sulhun in'ikadina mani olarak mesüliyetinden içtinap ederler. Şimdiden esbab-i hayatiyemizi temine başlamış bulunuyoruz. Ve bittabi hal-i sulhun in'ikadında daha büyük inkişaf oluyor. Fakat muvaffak olmak için çok çalışmak lazım olduğunu bilmeliyiz. İktisadiyat iktisadiyat, diyoruz. Fakat arkadaşlar, iktisadiyat demek herşey demektir. Yesim için, mes'ul olmak için; mevcudiyet-i insaniye için ne lazımsa, bunları kaffiesi demektir, ziraat demektir, ticaret demektir, say demektir, herşey demektir. Bütün bu hususatta el'an memleket ve milletimizin ne halde olduğunu sizler çok güzel bilirsiniz. Tavsif etmek istemeyeceğim. Ancak memleketimizin vüs'ati ve nüfusumuzun bu vüs'ati ne kadar gayri mütenasip olduğunu da hatırlayınız. Bu vasi ve feyizli toprakları işleyebilmek, işletebilmek için noksan olan el emeğini behamehal fenni alat ile telafi etmek mecburiyetindeyiz. Memleketimizi bundan başka şimendiferler ile, üzerinde otomobiller çalışır, şoseler ile şebeke haline getirmek mecburiyetindeyiz.
Çünkü garkın ve cihanın vesaiti bunlar oldukça, şimendiferler oldukça; bunlara karşı merkepler ve kağnı ile ve tabli yollar üzerinde müsabakaya çıkışmanın imkanı yoktur. Memleketimiz ziraat memleketidir. Bu itibarla halkımızın ekseriyeti çiftçidir, çobandır. Binaenaleyh en büyük kuvveti, kudreti bu sahada gösterebiliriz. Ve bu sahada mühim müsabaka meydanlarına atılabiliriz. Fakat aynı zamanda san'atımızı tezyid ve tevsi etmek mecburiyetindeyiz. Eğer san'at hususunda yine müsamahakar olursak, o halde asar-ı sanayide yine haricin haraçgüzari oluruz, mahsulat ve mamulatin mübadelati ve servete inkılabı için ticarete ihtiyacımız vardır. Ticaretimizin servetinden lüzumu kadar istifade edememeyi bais olur. Fakat bütün bunlar söylendiği kadar basit ve kolay olmayan şeylerdir. Bunda muvaffak olabilmek için hakikaten memleketin ihtiyacına mutabık esaslı programlı üzerinde bütün milletin müttehit ve hemahenk olarak çalışması tazimdir. Hayet-i Aliyeniz bu esasatin en kıymetlilerini inşaAllah bulup ortaya koyacaksınız.

Arkadaşlar;
Bence yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün esasları, bütün programları, iktisat programından çıkmalıdır. Çünkü demin dediğim gibi, herşey bunun içinde mündemictir. Binaenaleyh, evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara bu suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, alem-i ticaret, ziraat ve san'atta ve bütün bunların sahalarında müsmir olsunlar, müessifi olsunlar, faal olsunlar, ameli bir uzuv olsunlar. Binaenaleyh maarif programımız gerek ibtidai tahsilde, gerek orta tahsilde verilecek bütün şeyler bu nokta-i nazara göre olmalıdır. Maarif programlarımız gibi suabat-i devlet için tasavvur olunacak programlar dahi iktisat programına istinat etmekten kendini kurtaramazlar. Esaslı bir program tespit etmek, program üzerine bütün milleti hemahenk olarak çalıştırmak lazımdır.
Bizim halkımıza menfeatleri yek diğerinden ayrılır. Sınıf halinde değil, bil'akis mevcudiyetleri ve muhassala-i mesaisi yek diğerine lazım olan sınıflardan ibarettir. Bu dakikada samilerim çiftçilerdir, san'atkarlardır, tüccarlardır. Ve ameledir. Bunların hangisi yek diğerinin muarizi olabilir. Çiftçinin san'atkara, san'atkarın çiftçiye, çiftçinin tüccara ve bunların hepsine, yek diğerine ve ameleye muhtaç olduğunu kim inkar edebilir.
Bugün mevcut olan fabrikalarımızda ve daha çok olmasını temenni ettiğimiz fabrikalarımızda kendi amelemiz çalışmalıdır. Müreffeh ve memnun olarak çalışmalıdır ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın lezzet-i hakikisini tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsin. Binaenaleyh programdan bahsolunduğu zaman adeta denilebilir ki, bütün halk için bir say Misak-i Millisi mahiyetinde olan program etrafında toplanmaktan hasıl olacak olan şekl-i siyasi ise alelade bir fırka mahiyetinde tasavvur edilmemek lazım gelir ve bades sulh vukua gelebilecek böyle bir şekli siyasinin şimdiye kadar olduğu gibi milletin azim ve imanıyla ve vahdet ve tesanüdün birbirine müzahir olmasıyla muvaffak olacağı hakkındaki kanaa'tim kavidir ve tamdır.

Efendiler;
Heyet-i Aliyenizin bugün akdetmiş olduğu, Türkiye İktisat Kongresi çok mühimdir. Çok tarihidir. Nasıl ki Erzurum Kongresi felaket noktasına gelmiş olan bu milleti kurtarmak hususunda Misak-ı Milli'nin ve Teşkilat-i Esasiye Kanunu'nun ilk temel taşlarını tedarik hususunda amil olmuş, müteşebbis olmuş ve bundan dolayı tarihimizde, tarih-i millimizde en kıymetli ve yüksek hatırayı ihraz etmiş ise, Kongremiz dahi milletin ve memleketin hayta ve halas-ı hakikisini temine medar olacak düsturun temel taşlarını ve esaslarını ihraz edip ortaya koymak suretiyle tarihte en büyük namı ve çok kıymetli bir hatırayı ihraz edecektir. Bu kadar kıymetli ve tarihi Kongremizi küşad etmek şerefini bahsettiğinizden dolayı hassaten arz-ı teşekkürat ederim. Ve böyle bir kongreyi akteden sizlersiniz. Bundan dolayı sizi şayan-ı tebrik görür ve tebrik ederim."

.

Sosyal Bilgiler