Gönderen Konu: ATATÜRK VE İLETİŞİM  (Okunma sayısı 7992 defa)

Çevrimdışı PeRi

  • Usta Öğretmen
  • *****
  • İleti: 712
  • Rep +33/-10
  • Cinsiyet: Bayan
ATATÜRK VE İLETİŞİM
« : Ekim 14, 2009, 07:03:02 ÖS »
Anadolu Ajansı, Türk Kurtuluş Savaşı hakkındaki doğru haberleri halka ve Dünya'ya duyurmak gereğiyle (amacıyla) 6 Nisan 1920'de kuruldu.

Kurtuluş Savaşı'ndaki doğru ve gerektiği kadar bilgileri Türk vatanına ve başka uluslara duyurmak amacıyla 6 Nisan 1920'de kurulmuştur.

 Anadolu Ajansı ismine nasıl karar verildi?  [değiştir]Yunus Nadi, anılarında, Halide Edip ile istasyondaki mola sırasında aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatıyor:

“Mart 31, sene 1920. Geyve'ye muvasalatımızın dördüncü günü ve üçüncü sabahıdır. Bugün Ankara'ya doğru yolumuza devam edeceğiz, çünkü beklediğimiz Halide Edib hanım kafilesi dün akşam üstü Geyve’ye geldiler.

“Halide Edib hanım ile ancak Akhisar istasyonundaki bir mola sırasında ayak üstü biraz görüşebildim.”

Bu konuşma sırasında Halide Edip, Anadolu’nun haklı davasını bütün dünyaya anlatabilmek amacıyla “bir ajans teşkilatı” kurma önerisinde bulunur:

“... gider gitmez bir ajans teşkilatı kuralım, o vasıta ile dahile ve harice söyleriz.
- Birinci şart hanımefendi. Sonra tabii bunun teferruatı gelir; mesela ilk merhalede neşriyat, ki başlı başına teşkilata ihtiyaç gösterir. Sonra propagandanın envaı...
- Tabii sıra ile hepsi yapılır. Fakat benim fikrimce ilk iş ajans olmalıdır. Hatta isterseniz adını burada koyuverelim: Mesela Türk Ajansı, mesela Ankara Ajansı, mesela Anadolu Ajansı... daha da bulunabilir.
- Bana "Anadolu Ajansı" en iyi bir isim gibi görünüyor.
- Bana da öyle. Değil mi, evvela kendini ve mümkünse bütün vatanı kurtaracak olan Anadolu'dur. O halde kararımızı vermiş olalım:
Anadolu Ajansı...
- Evet Anadolu Ajansı hanımefendi...”


İRADE İ MİLLİYE

İrade-i Milliye, 4 Eylül 1919 yılında sivas’da yayınlanmaya başlayan bir gazetedir. Başından sonuna kadar milli mücadele’nin yanında olmuş, vatansever gazetelerden biridir. haftada iki kez yayınlanan bu gazete, ilk sayısında milli mücadele’nin gerekçelerini yayınlamıştır. 4 eylül 1919’da sivas’ta çıkmaya başlayan ve ataturk'ün de yazarlık yaptığı, 254. sayıya kadar yayınına devam etmiş olan “irâde-i milliye” gazetesi, mustafa armağan'nın vahdettin hain degildi, vahdettin hain degildi de cevresi hainditartısmalarının kızıştığı anda gündeme getirdiği ve cumhuriyet'in kurulusunun, padisahın rolünün, istanbulda olup bitenlerin, kurtulus savasının tartışmaları yapılırken görmezden gelinen veya kaynak olarak kullanılmayan bir gazete. bu gazetenin bütün sayılarını toplama calısmaları basladı. önümüzdeki aylarda veya senede yayınlanacak tekrar tam ceviri baskılar, tarih kitaplarında ve resmi görüste bircok değişikliğe gidilmesini sağlayabilir.. anadolu' da milli mücadele döneminde kurulan ilk gazetedir. kuva- i milliye' yi tanıtmak ve düşüncelerini yaymak için yayınlanmaya başlamıştır. başlangıçta haftada bir çıkan bu gazete daha sonra günlük olarak yayın hayatına devam etmiştir. gazete temsil heyeti' nin ankara' ya gelmesinden sonrada yayın hayatına devam etmiştir. 1921 de gaye- i milliye adını almıştır. kurulmasına sivas kongresi'nde karar verilmiş olan gazete. Anadolu’da başlayan kurtuluş hareketinin yayın organı olan “İrade-i Milliye” Mustafa Kemal’in çalışmaları sonucunda Sivas’ta çıkmıştı. Sivas Valisi Elhaç Ahmet İzzet Paşa tarafından 1878 yılında tesis edilen vilayet matbaası1 milli mücadele döneminin ilk gazetesi olan İrade-i Milliye’nin basım yeri oluyordu. Basının önemini çok iyi bilen Mustafa Kemal, henüz Sivas Kongresi’nin toplandığı ilk günkü oturumda bu konuyu ele almıştı. İsmail Hami Bey “... efendim, bendeniz hem yakında neşredilecek gazetemizde (İrade-i Milliye) meşgul olacağım...”2 diyordu. Bu konu, diğer günler araya önemli konuların girmesi üzerine böylece kapanmıştı. Nihayet 11 Eylül’de Rauf Bey, “propaganda için bir gazete çıkarılacaktı. Arkadaşlarımızdan bir heyet bazı evrakımızın neşri ve yazılar yazılmasıyla meşgul olmalıdır, kongre dağıldıktan sonra herkes hususi işleriyle meşgul olur, bunu şimdiden halletmelidir”3 diyordu.

Mustafa Kemal’de 11 Eylül’de Sivas Kongresi sona ererken bu önemli silahtan mahrum olunduğunu görüyordu. Kongre azalarından Sivas’ın emektar muallimi Rasim Bey’e başvurarak:

“— Bir gazete çıkaracağım. Mesul müdürlüğünü üzerine alacak itimada şayan biri lâzım.”4

Rasim Bey de, derhal araştırmaya başlayarak, öğrencilerinden yirmi iki yaşındaki Selahattin Bey’i bulmuş, güvendiği bu gence teklifini yapmıştı. Selahattin Bey o günleri şöyle anlatmaktadır: “Atatürk, kendisiyle teması olan zevata Sivas’ta bir gazete çıkarmak kararında olduklarını ve bunun içinde bir münasib kimsenin kendisine tanıtılmasını emretmişler... Hemşehrilerim bu zata beni münasib görerek arzettiler ve Sivas Kongresi’nin naşiri efkarı olmak üzere bir gazetenin çıkarılması ve imtiyazının adıma alınmasını Büyük Ata bana emrettiler... Derhal mahalli hükümete müracaat ettim. İhtidamızı tahkikat bahanesiyle geciktiriyorlardı... Nihayet Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin beyannamesinin muamelesi ikmal edilirken bir yandan da bizim imtiyazımızı verdiler.

Gazetenin ebadı 30X50 santimetre genişliğinde dört sayfadan ibaretti. Başlığı da, elde mevcut harflerin en büyüğü ile dizilmişti...”5

Bir klişe yaptırmak mümkün olmadığından 36 punto nesih harflerle “İrade-i Milliye” adı dizilmişti. Gazetenin şekil ve sütunlarının durumu sermürettip Mahmut Efendi tarafından yapılıyordu.6 Sivas Vilayet matbaasında bulunan baskı makinası meşrutiyet döneminde getirilmişti. Anadolu’daki pek çok köhne makina gibi bu da kolla çevriliyordu. Matbaada bu köhne makina yanında iki kasa harf ve iki mürettib vardı. Vilayet matbaa müdürü Abdülkadir yanında, baş mürettip Mahmut ve ikinci mürettip Nadir Efendi’lerden oluşan üç kişinin çalışması sonucu kol dönmüş ilk nüsha çıkmıştı. “... Mustafa Kemal’in yaveri Ruhi Bey, daha mürekkebi yaş gazeteyi alarak, koridorun hemen ötesindeki bir odaya girmişti. Vilayet matbaasının bulunduğu binanın sağı mürettiphane, makine dairesi, solu da, idarehane idi. Başka yer bulunamamış; Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin merkezi bu idarehanenin bir odasına yerleşmişti... Mustafa Kemal de, sık sık buraya gelirdi. İrade-i Milliye’nin ilk nüshasına şöyle bir göz gezdirdiğinde canı da sıkılmamış değildi. Bir prensip kararı vardı: Gazetede imzalı yazı yok. Buna rağmen verdiği direktifle yazılmış yazının altında koca bir imza duruyordu: İsmail Hami.”7

“Harekât-ı Milliye’nin Esbabı” adlı yazıyı Mustafa Kemal’den aldığı direktif üzerine yazan, İstanbul delegesi olarak kongreye katılan ve aynı zamanda bir gazeteci olan İsmail Hami idi. 14 Eylül 1919 da dört sayfa halinde çıkan İrade-i Milliye gazetesinin bu ilk sayıda bu yazıdan başka, kongre haberleri, Mustafa Kemal Paşa’nın kongreyi açış nutku, kongrenin Padişah’a çektiği tel, millete hitab eden beyanname, Mustafa Kemal’in Mayıs ayında Havza’dan Padişah’a yolladığı telgraf ve pek çok önemli yazı yer alıyordu.

Gazete, ilk zamanlarda baskı bakımından pek çok sıkıntıya uğramıştı. Bunlar malzeme olduğu kadar, özellikle iki çalışanı olan Mahmut ve Nadir Efendi’lerin korkutulmasıydı. “... bu iki çalışkan mürettibi bazı fesatçılar ve bozguncular korkutmuşlar... demişler ki :

— Padişah’a isyan mahiyetinde yazılar ile dolu olan İrade-i Milliye gazetesini çıkaranlarla beraber mürettipleri de ipe çekecekler...”

Bunun üzerine elleri işten soğuyan bu mürettipleri, müdür Abdülkadir ve Selahattin, aydınlatarak durumun böyle olmadığını ve “... tuttuğumuz ve takip ettiğimiz bu yoldan başka vatanın kurtuluş yolu yoktur. Eğer vatan kurtulmazsa ne matbaa kalır, ne mürettip... Sizler millet yolunda birer kahraman işçilersiniz. Kahramanlar ne menfaat ve ne de korku bilmezler...”8 diyerek çalışmalarını temin etmişlerdi. Eğer bu iki mürettip işten çekilseydiler, İrade-i Milliye gazetesinin neşriyatı uzun süre aksayacaktı.

İlk devrede bin kadar nüsha çıkarılan İrade-i Milliye gazetesine yurdun her tarafından telgraf ve mektuplarla abone talebleri ve tebrikler geldi. Bunun üzerine baskı sayısı gittikçe arttırıldı. Birinci ve ikinci nüshalarda sürüm tahmin edilemiyeceği için ve bir de bir vilayet matbaasında hayli fazla basılması mübalağalı göründüğü için az basılmıştı. Yapılan müracaatlar bunun yetmediğini gösterdiği gibi, günü geçmiş nüshaları yirmi değil, ikiyüz kuruşa dahi arayanlar vardı. Özellikle İstanbul’dan çok isteniyordu. 9

Çıkan nüshaların önemli bir kısmı propaganda için her tarafa, Müdafaa-i Hukuk Cemiyet’lerine, belediyelere, diğer cemiyet ve halk birliklerine gönderiliyordu. İşgal altındaki yerlerde uygulanan sansür, gazetenin buralara gitmesini engellediği için nafia başmühendisliği, maarif ve ziraat ve evkaf müdürlükleri gibi resmi damgalı zarflar içine koyarak yollama yolu benimsendi. Çünkü, İstanbul telgrafhanesi almış olduğu emir üzerine Sivas Kongresi’nin şehir postahanesinden yollamaya çalıştığı telgrafları dahi kabul etmiyordu. Onun için şüphe çekmeyecek bir yol düşünülmüş ve bu yol bulunarak vilayetin Nafia, Ziraat ve Baytar dairelerinin mühürlü zarfları içinde Anadolu ihtilalinin lideri Mustafa Kemal Paşa’nın gazetesi istenilen yere gönderilebilmişti.

O günlerde Sivas Ziraat Çiftlik Mektebi Müdürü olan Süleyman Fahri: “bir gün Heyet-i Temsiliye, bir tamimle İstanbul’la resmi muhaberesi olan dairelerden ellişer adet başlıklı resmî zarf istedi. Ben de, “Sivas Ziraat Çiftlik Mektebi” başlıklı zarflardan elli tane verdim. Bunların ne olacağını bilmiyordum. Fakat günün birinde İstanbul’daki “Halkalı Ziraat Mektebi Âlisi” müdürü Nazım Bey’den bir mektup aldım. Kendisine gönderdiğim İrade-i Milliye gazetesine teşekkür ediyordu. O zaman bu zarflar ile İstanbul’a İrade-i Milliye gazetesinin gönderildiğini anladım.”10

Bu gazetenin bir nüshasını ele geçiren İngiliz’ler Bâb-ı Âli’ye gelerek protesto vermişlerdi. Üstelik kendilerinin Merzifon ve Samsun’u boşaltmalarından sonra Sivas halkının “Kahrolsun İşgal.” diye bağırdığını ve bunu İrade-i Milliye gazetesinin dahi yazdığını belirtmişlerdi. Dahiliye Nazın Damat Şefik Paşada, Sivas Valisi’ne gönderdiği telgrafta “Kahrolsun işgal.” diye bağırıldığını, bu gazetenin yazmasından şikayet ediyor, bu gibi neşriyatın önlenmesini istiyordu.

Osmanlı devletinin malı ve onun kontrolü altında bulunan, bulunması gereken Sivas Vilayet matbaası bunları dinlemeyerek çalışmalarına devam ediyor, altmışlık mürettip Nadir Efendi kendisine verilen yazılan diziyordu. Yine böyle bir gün tezgah üzerinde duran kağıda iyice eğilmiş, okumuş, bir daha okumuştu:

“— Allah, Allah. Bakalım. Yanlış mı, nedir?” Hemen matbaa müdürü Abdülkadir Bey’i bularak,

“— Baksana şuraya.. “Hain Ferit” mi diyor? Bu, bizim sadrazam Damat Ferit Paşa olmaya?”

“— Evet. Sadrazam Damat Ferit için söylüyor.”

Osmanlı devletinin bir vilayetinde, hem de Vilayet matbaasında Sadrazam için “haindir” diyen bir yazı nasıl dizilirdi? Bunu dizenin başına neler gelmezdi? İhtiyar mürettibin aklı bir türlü bunu almıyordu. Matbaanın genç müdürü onu iknaya çalışmıştı:

“— Bunu Mustafa Kemal Paşa yazdırmış, sen korkma, dizmeye bak.” Nadir Efendi yine de elleri titreyerek yazıyı dizip tamamlayabilmişti.12

İrade-i Milliye, Heyet-i Temsiliye’nin Sivas’ta bulunduğu müddet zarfında 19 sayı kadar çıktı. Bunlarda Ulusal Bağımsızlık Savaşı ile ilgili bilgiler, Mustafa Kemal Paşa’nın bildirileri, Heyet-i Temsiliye’nin kararları ve çeşitli yazılar yer alıyordu. İrade-i Milliye’nin ne olduğu, niçin bağımsızlık savaşına girişildiği, neler yapıldığı, memleketin neden bu duruma düştüğü, şu andaki durum, kamuoyuna bu gazete vasıtası ile duyurulmaktaydı.

Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye ile birlikte İrade-i Milliye’yi de Ankara’ya götürmek istemişti. Fakat Sivas ileri gelenleri “İrade-i Milliye Sivas’ta intişara başlamakla bu memlekete tarihî bir şeref vermiştir, biz bu yüksek şerefi memleketde ebedileştirmek istiyoruz. Gazetenizi bize bağışlayınız. Aynı maksad uğrunda bu ışığı burada devam ettirelim”13 dediler. Mustafa Kemal de, bu isteğe uyarak gazeteyi Sivas’ta bıraktı.

Önceleri haftada bir defa çıkan gazete sonraları haftada iki ve daha sonra da günlük olarak çıkmaya başladı. Fakat, Mustafa Kemal’in Ankara’ya hareketinden sonra gazete Mustafa Kemal’in kontrolünden de uzak kaldığı için bazı istek ve yakınmalara neden oldu. İrade-i Milliye hakkındaki yakınmalar kısa sürede Mustafa Kemal’e iletilmişti. Nitekim Niğde’deki II. Fırka Komutanı Mümtaz Bey, 30 Ocak 1920’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği şifre telde, Sivas’ta yayınlamakta olan İrade-i Milliye gazetesi adına abone olan kişilerin, abone bedeli olan ikibinaltmış kuruşu 8 Aralık 1919 da Sivas’taki İrade-i Milliye Gazetesi Müdürlüğüne gönderildiğini, ama bu gazetenin kendilerine yollanmadığını, artık bu gazete yönetimine itimadı olmadığını, bu yüzden de abone kaydının başarılı olamıyacağını belirtmekteydi. Mustafa Kemal Paşa, Sivas Heyet-i Merkeziyesine 15 Ocak 1920 de yazdığı bir yazıda İrade-i Milliye Gazetesinin abonelere sürekli gönderilmesi gerektiğini hatırlatmıştı. Mustafa Kemal Ankara’da olmasına rağmen, bu yakınmalarla yakından ilgilenmiş Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın önemli yayın organlarından biri olan İrade-i Milliye’nin her yere ulaşmasını sağlamak amacıyla gerekli girişimlerde bulunmuştu.14

İrade-i Milliye Gazetesi 1922 yılı sonuna kadar üç yıl Sivas’ta çıkmaya devam etti. Yalnız bölücülüğe kayan ve aynı zamanda şahsi çekişmelere giden guruplardan birinin aleti oldu. Ankara’da “Hakimiyet-i Milliye” çıkmaya başlayınca da her geçen gün daha da söndü. İstiklal mahkemesince mahkum edilen Halis Turgut’un, müdür-ü mesul olduğu dönemde iki defa kapatıldı. 1921 yılının Şubat başındaki kapanışı iki buçuk ay devam etti. “... nihayet vilayet matbaasında gazetenin basılması imkanı olmadı ve yeni bir matbaa açmağa da malî kudretim müsait olmayınca gazeteyi kapadım. Sonraları memuriyetle taşrada iken matbaanın içindeki mevcut nüshalarla birlikte yandığını esefle öğrendim.”15

İrade-i Milliye’nin kapanması ile diğer bir gurubun sözcülüğünü yapmak üzere Gaye-i Milliye gazetesi, 2 Mart 1921 de çıkmaya başladı. Milli Mücadele’nin en buhranlı günlerinde Sivas halkı ikiye ayrılmış ve bu gazetelerde bu ikiliği körükleyici neşriyat yapıyorlardı. Halis Turgut’un idaresi altında olan İrade-i Milliye özellikle Büyük Taarruz’dan altı ay önce bölücü faaliyetlerini şiddetlendirmiş, 1922 ilkbaharındaki belediye seçimlerinde şahsi kavgalara daha da bağlanmıştı. Son nüshasının ne zaman çıktığı ve kapandığı bilinmemektedir. 1922’nin Mart ayında son nüshasının çıktığı tahmin olunuyor.16 Bugün Ankara’da Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde 1-42 sayılar, ayrıca Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğü kitaplığında da 1-42 sayılar bulunmaktadır.17 Sivas İl Kültür Müdürlüğü de, bu gazetelerin günümüz Türkçesine çevrilmesi ve bilim dünyasına kazandırılması konusunda uğraş vermektedir.


Sovyet düzeninin çöktü.Dünya büyük bir propaganda dalgasıyla kasıp kavrulmaya başladı. Artık “tek kutuplu” dünyanın egemenleri “yeni dünya düzeni” ni kuruyorlardı. ” Küreselleşme” karşı durulmaz bir sel gibi anlatıldı. Bu öyle bir akımdı ki; insanlara eşitlik, özgürlük getirecekti. Sınırların kalkacağı, zorba rejimlerin sona ereceği söylendi. Hukukun ve insan haklarının evrenselleşeceği ve daha uygar bir dünyanın kurulacağı savlandı. Küreselleşme öylesine övüldü ki özlediğimiz cenneti yeryüzünde kurabilirdik… Ama küçük bir engel vardı… Ulus devletler küreselleşmenin önündeki en büyük engeldi. Ulus devletler ortadan kaldırılmalı; sermaye, emek ve malların dünyada özgürce dolaşması sağlanmalıydı… Senaryolar yazıldı, projeler yapıldı, programlar hazırlandı ve yürürlüğe kondu. Cehennem zebanisi gibi dünyanın başında dikilen emperyalizm, cennet meleği kılığında küreselleşmeyi pazarlamaya çalışıyordu... Ama foyası çok kısa sürede ortaya çıktı… Emperyalizmin başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere orta doğudaki ulus devletlere son verme projesinin adına BOP dendiğini anlamayan kalmadı…

Her şey bir “yeşil kuşak projesi” ile başladı. Sovyetleri kuşatan yeşil kuşakta önce İran kontrolden çıktı. Mollalar rejimi Batı’yı karşısına aldı. Sovyetlerin çöküşüyle Afganistan ve Pakistan’da da siyasi İslam tam bir egemenlik kurdu. ABD’nin kendi eliyle büyüttüğü Taliban hareketi Batı’yı düşman ilan etti. Ve 11 Eylül 2001… Bu gidiş iyi değildi… Kuşağın son halkası Türkiye’de de benzer bir gidişat vardı. Buna bir çözüm bulmak gerekiyordu. Türkiye kaybedilemezdi. Ortadoğu yeniden şekillendirilmeli, ama Türkiye de Atatürk’ten vazgeçerek bölge ülkelerine örnek olmalıydı… BOP ile Türkiye’de hem uysal bir “ılımlı İslam” rejimi kurulacak; hem de bölgedeki ulus devlet yapıları paramparça edilerek hiçbir gelişmeye karşı çıkamayacak hale getirilecekti. Böylece, ehlileştirilmiş ve emperyalizmin kuyruğuna bağlanmış olan Ortadoğu, (dünyanın enerji merkezi) daha on yıllarca ne insan haklarına, ne hukuka, ne adalete dayanan ilkel sömürü düzenleri rahatlıkla korunabilecekti…

1 mart 2003’te ABD askerlerinin Türkiye’nin güneydoğusuna girmesi ve Irak’a saldırması için istenilen teskerenin verilmemesi üzerine Washington kaynaklı tepkileri anımsayalım. Her şey bitti, BOP yaşama geçiyor, dendiği bir anda emperyalizm eşekten düştü. Hayalleri yıkıldı. İşler bozuldu. Ve yeni senaryolar yazıldı. Bu projelerin gerçekleşmesi için, önce Türkiye’yi bertaraf etmek zorunluluğunu gördüler. Bunun için cephede savaşmak gerekmiyordu. Türkiye istikrasızlaşacak, güçlü Türk ordusu zayıflatılacak, bölünme tehlikesi artacak, ele geçirilen ekonomisi çökertilecek ve sonunda Türkiye kucağa oturacak… Yaşadığımız gelişmelerin anlamı budur. Gördüğümüz oyunlar Türkiye’yi içten içe çökertmeyi amaçlamaktadır…

Bu aşamaya nasıl geldiğimize bir göz atmak her şeyi daha çıplak olarak görmemizi sağlayabilir: 1980 öncesinde Türkiye’de bütün sağ siyasetler emperyalizm tarafından desteklendi. 1970’lerin ikinci yarısında liberal- ırkçı- dinci koalisyonlar da denendi. Ama sosyal-ekonomik- siyasal karmaşa bitmedi. Daha doğrusu emperyalizm bitirmedi. Daha sağlam bir zemin aradı. Koşulların olgunlaşmasını bekledi. “Bizim oğlanlar”ın 12 Eylül cuntası demokratlık ve sol adına ne varsa temizledi. Bir milyona yakın insan tutuklama ve gözaltı işlemlerinden geçirildi. Türkçü-islamcı ittifakın “Türkçü” kesimi pasifize edildi. İslamcı hareket o günlerden beri emperyalizmin desteğiyle büyümeye devam etmektedir. Ülkücülerin öne çıkan tetikçileri mafya-cunta-nato üçgeni arasında kullanıldı. Kirli eylemlerle kontrol edilemez şekilde şımardılar. Sonunda tasfiye edildiler. Ergenekon adı bunlara aittir… Sovyetlerin dağılmasından sonra Refah partisi güçlenmeye devam etti. İktidarın büyük ortağı oldu. Tutarsız, dengesiz söylemleri, köktendinci anlayışı yeni bir düzenlemeyi gerekli kıldı. Yoksa Türkiye Batı’nın denetiminden çıkabilirdi. Önce Refah partisinin, sonra Fazilet partisinin kapatılmasına Batı’dan hiç ses çıkmadı(!..) Türkiye körüklenmiş yapay ekonomik ve siyasal bunalımlarda kıvranırken 1996’dan beri düşünülen isimler siyaset alanına sürüldüler. AKP kuruldu. RTE İstanbul belediye başkanlığında denenmiş, A. Gül dinci vakıf bursuyla Exeter’de okutulmuştu…

Bu operasyonun evrelerini de anımsayalım: 2001: Ekonomik bunalım. Suçlu: anayasa kitapçığı… Ecevit’in hastalığı. AKP’in kurulması.. 2002: DSP’nin parçalanması. “Yeni oluşum”un oluşamaması. Hükümetin azınlığa düşmesi. Bahçeli’nin 2002Kasım ayı başında seçim istemesi. AKP’nin tüzüksel ve yönetimsel eksikliklerinin görülmesi. RTE’nin seçime girememesi.Yargıtayın uyarılarına karşın seçim pusulalarına AKP’nin genel başkanı olarak RTE’nin yazıldığı halde YSK’nin usulsüzlüğe göz yumması. Seçimden sonra RTE’nin ABD büyükelçisinden yardım istemesi. ABD’ye gitmesi. Seçime dönük büyük itirazların reddedilmesi. 2003: CHP’nin RTE’nın siyaset yapması ve seçime katılabilmesi için anayasa değişikliğine onay vermesi. YSK tarafından uydurma bir nedenle Siirt seçimlerinin iptal edilerek yenilenmesi. RTE’nın Siirt’ten milletvekili seçilmesi. Başbakan olması. 1 Mart tezkeresinin TBMM’de reddi. A. Gül’ün ABD ile protokolü. Sonbaharda Ali Babacan’nın ABD ile Irak konusunda sözleşme yaparak Türkiye’yi bağlaması… Uzatmayalım… Bütün bunlar tesadüf değildir... Türkiye, 2002-2007 arasında içerdeki meşruiyetini dışarıda arayan ve Batı’nın bütün isteklerini yerine getiren bir iktidarla yönetildi. AKP içerde aslan dışarıda kukla oldu. Bir yandan Batı’ya sadakatini sergilerken, Öte yandan da iktidarını sağlamlaştırmak; muhaliflerini sindirmek; kafasındaki ılımlı islamı gerçekleştirmek için uğraştı. YÖK,Yargıtay, Danıştay, Anayasa mahkemesi, Genelkurmay gibi devletin temel kurumlarını yıpratmak için her yolu denedi. Yine her yolu deneyerek medyayı teslim aldı. Bugün medya organlarının nerdeyse tümü hükümete bağımlıdır. Onun propagandasını yapmakla görevlidir. Bu konuda tek bir muhalefete bile izin verilmez. Medya hükümetin sözcüsü, gözcüsü ve tetikçisi gibidir. Okuyucuyu ve izleyiciyi yönlendirecek köşelere tetikçi görevliler yerleştirilmiştir. Hükümete muhalif olan ve belli bir izleyici kitlesine sahip olan Kanaltürk pes ettirilerek psikolojik savaşta ezici bir üstünlük sağlanmıştır. Bu işbirlikçi, tetikçi, iftiracı görevliler medyada hukuk, insan hakları,ahlak, demokrasi, çağdaşlık gibi değerleri istedikleri gibi çiğnemekte; sonra da bu değerleri savunduklarını söyleyebilmektedirler… Her gün birçok masum insan medya infazına uğramaktadır…

Ergenekon operasyonu Batı ile işbirliği yapan AKP’nin rejimi değiştirmek için yaptığı son operasyondur. Son ve en büyük saldırıdır. Öylesine ki; Türkiye’nin en dürüst, aydın ve ülkesine onurla yıllarını vermiş insanlarını birkaç sokak çetecisi ile aynı soruşturmaya konu etmek bile temizlenmesi olanaksız bir yara olacaktır… Yargılama sonunda bu insanlar aklansalar bile aylarca içerde kalmalarından öte; sürdürülen bu suçlama kampanyası sonunda toplumun beynine yerleştirilen koşullanmayı ve olumsuzlukları yok etmek asla mümkün olmayacaktır. Türk ordusuna karşı yıllardır sürdürülen kampanya da başarılmış olacaktır. Bunun hesabını kim ve nasıl ödeyebilir?.. Emperyalizme kulluk edenlerin böyle insanca düşüncelere sahip olmalarını beklemek büyük saflıktır… Onlar tüccardır. Dinleri yoktur. Din alıp din satarlar. Bu da dine en büyük küfürdür… İslamcı faşizm darbeyi çoktan yaptı.. Suçlarını gizlemek için de bize “cambaza bak” diye ergenekonu gösteriyorlar… Toplumda büyük bir psikolojik yıkım yaratmak ulaşabilecekleri en büyük başarıdır.… Ergernekon diye birbirine benzemez her şeyi bir araya toplayıp büyük bir sanal suç örgütü yaratmaya çalışmanın asıl amacı da budur... En büyük kozlarını da oynadılar… Bu oyunun altında kalmaları yakındır... O zaman Türkiye yeniden özüne dönecektir…

Altan ARISOY

"http://tr.wikipedia.org/wiki/Hakimiyet-i_Milliye_(gazete)" adresinden alındı.

                 (VİKİPEDİ DEN ALINTIDIR HEPSİ)
fORUMDA PAYLAŞIMDA BULUNMAK İÇİN
1. http://www.sosyalbilgiler.org/forum/indir linke tıklayıp dosyanızı yükledikten sonra  size verilen linki kopyayıp yapıştırabilirsiniz.
2.http://www.sosyalbilgiler.org/forum/index.php?action=downloads bu linkten uygun bölüme dosyanızı yükleyebilirsiniz.
3. Yada yeni konu açıp ek özellikler kısmına tıklayıp dosyanızı yükleyebilirsiniz.


!!! Okuyorsun, eğleniyorsun, öğreniyorsun. Paylaş ki başkaları da okusun, eğlensin, öğrensin !!!

Çevrimdışı Sosyal Bilgiler1

  • Administrator
  • Usta Öğretmen
  • *****
  • İleti: 2921
  • Rep +712/-3
Ynt: ATATÜRK VE İLETİŞİM
« Yanıtla #1 : Ekim 14, 2009, 08:01:03 ÖS »
Teşekkürler
.

Çevrimdışı PeRi

  • Usta Öğretmen
  • *****
  • İleti: 712
  • Rep +33/-10
  • Cinsiyet: Bayan
Ynt: ATATÜRK VE İLETİŞİM
« Yanıtla #2 : Ekim 14, 2009, 08:04:09 ÖS »
önemli değil öğretmenim :)
fORUMDA PAYLAŞIMDA BULUNMAK İÇİN
1. http://www.sosyalbilgiler.org/forum/indir linke tıklayıp dosyanızı yükledikten sonra  size verilen linki kopyayıp yapıştırabilirsiniz.
2.http://www.sosyalbilgiler.org/forum/index.php?action=downloads bu linkten uygun bölüme dosyanızı yükleyebilirsiniz.
3. Yada yeni konu açıp ek özellikler kısmına tıklayıp dosyanızı yükleyebilirsiniz.


!!! Okuyorsun, eğleniyorsun, öğreniyorsun. Paylaş ki başkaları da okusun, eğlensin, öğrensin !!!

Sosyal Bilgiler

Ynt: ATATÜRK VE İLETİŞİM
« Yanıtla #2 : Ekim 14, 2009, 08:04:09 ÖS »