OSMANLI DEVLETİ’NDE GAYRİMÜSLİMLER (RUMLAR, ERMENİLER VE YAHUDİLER

 OSMANLI DEVLETİ’NDE GAYRİMÜSLİMLER (RUMLAR, ERMENİLER VE YAHUDİLER)*

MEHMET DERİ**

 

Araştırmacı Yazar ve Bilim Uzmanı Mehmet DERİ’nin sizlerle bir başka makale paylaşımı daha.Yüksek Lisans Yüksel Lisanas Tezinden bir kesit olan bu makalede Osmanlı Devleti himayesinde yüzyıllarca rahat, huzur ve barış içerisinde yaşayan gayrimüslim tebaadan bahsetdilmiş.

Kendisine bu değerli paylaşım için teşekkür ediyoruz
Diğer makalelerinne  Mehmet DERi Makaleler Katogorisinden  ulaşabilirsiniz.
Özet:

Aşağıdaki makalede, Osmanlı tebaası olan ve Osmanlı Devleti himayesinde yüzyıllarca barış, huzur ve rahat içinde yaşayan gayrimüslimler(Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler) hakkında bilgi verilecektir.

Anahtar Kavramlar:

Osmanlı

Devleti, Gayrimüslimler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler.

Azınlık, bir devlet otoritesi altında yaşayan, aralarında din, dil, ırk farkı bulunan, özel anlaşmalarla verilen haklardan yararlanan gruplardır.

 

İslam Hukuku’ndaki “dinde zorlama yoktur” esasını benimsemiş olan Osmanlı Devleti, ele geçirdiği topraklarda yaşayan gayrimüslimlerle bir zimmet anlaşması imzalamış, gayrimüslimler haraç ve cizye ödeyerek can ve mal güvenlikleri devlet tarafından emniyet altına alınmıştır.

Osmanlı Devleti’nin toplumsal, hukukî, siyasî ve idarî yapısı ırk esasına göre değil, “Millet Sistemi” denilen inanç temeline göre şekillenmiştir. Osmanlı Devleti döneminde “Millet Sistemi” esasına dayanan azınlıkların büyük çoğunluğunu Rum, Ermeni ve Yahudi toplumları oluşturuyordu. Millet esasına göre azınlık statüsünde bulunan Ermenilerin ve Rumların dini Hıristiyanlık, Yahudilerin dini ise Museviliktir.

Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerle iç içe yaşama, devletin kuruluş yıllarına kadar gider. Gayrimüslimler, İslam Hukuku’nun “zimmi hukuku” ile birlikte zaman zaman çıkarılan “örfî hukuk”un sağladığı düzen içinde huzur, barış ve güven içerisinde yüzyıllarca yaşamışlardır.

Osmanlılarda azınlık anlayışı, bir nüfus veya insan ayrımı olmayıp, azınlıkların kimlikleri, tanınmaları ve bilinmeleri açısından kullanılmıştır. Bu sebeple azınlıkların tespitinde fert sayısı veya toplulukların birbirine oranı diye bir kural mevcut değildir. Bundan dolayı azınlıklar, kendilerine “Osmanlı” denilmesini istemişlerdir.

Burada bir hususa özellikle değinmeliyiz ki fethedilen, başka bir devletin veya kültürün hâkimiyeti altına giren halkların dinî, millî ve kültürel kimliklerini uzun süre koruyamadıkları, asimile oldukları tarihî bir realitedir. Osmanlılar, hâkimiyeti altındaki farklı unsurlara herhangi bir baskı ve asimilasyon uygulamamıştır. Tersi bir durum olsaydı, beş asırdan fazla Osmanlı hâkimiyeti altında kalan yerlerde ne İslam’dan başka bir din, ne Türkçe’den başka bir dil, ne Türk’ten başka bir millet kalırdı. Bu durum, devletin zaaf veya ihmali sonucu değil, bilinçli olarak uygulanan ve İslam Hukuku’nun emrettiği “zimmi hukuku” ile ilgilidir ve devletin sergilediği duyarlılığın tabii bir sonucudur.

Azınlıklar, Osmanlı idaresinde İslam Hukuku’nun kendilerine tanıdığı haklar çerçevesinde cemaat işlerinde kamu düzenini ilgilendiren konularda; aile, evlenme, boşanma, miras vb. özel hukukla ilgili konularda çok geniş haklara sahip olmuşlardır. Yani Müslüman halkın sahip olduğu birçok hak ve hürriyetler kendilerine verilmiştir.

Fatih Sultan Mehmet, 1453’te İstanbul’u fethettiğinde üç önemli topluluk ile karşılaştı. Bunlar Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Rumlar, Gregoryen Kilisesi’ne bağlı Ermeniler ve bir de Yahudilerdi. Bu topluluklar etnik kökenleriyle anılmayıp din ve mezhep anlamında “millet” olarak tanımlanıyordu. Fatih, fetihten hemen sonra “Galata Ahitnâmesi” ile buradaki topluluklara kendi dillerini kullanma ve kendi dillerinde eğitim görme, dinlerini ve inançlarını serbestçe yaşama, kendi kültür ve ananelerini yaşama ve tarihî varlıklarını huzur ve güven içinde sürdürebilme gibi haklar vermiştir.

Fatih zamanında ve daha sonraki padişahlar zamanında, azınlıkların verilen hak ve hürriyetler, devletin zamanla gücünü yitirmesiyle birlikte, Batılı Devletlerinde kışkırtmalarıyla azınlıklar tarafından yeterli bulunmayarak siyasî, idarî, hukukî, iktisadî, ticarî, kültürel alanlarda yeni düzenlemeler yapılması sonucunu doğurmuştur. Fakat yapılan bu yeni düzenlemeler, Batılı Devletlerin baskıları sonucu yapıldığı için devletin çöküşünü önlemeye yetmediği gibi, Batılı Devletlerin azınlıkların haklarını bahane ederek sık sık içişlerimize karışmalarına neden olmuştur.

Netice itibariyle söylemek gerekirse: Osmanlı

Devleti, gayrimüslim tebaaya hem dinî hem de örfî hukuk çerçevesinde birçok hak ve hürriyetler vermiş, fakat devletin zamanla gücünü yitirmesiyle birlikte, verilen bu haklar ve hürriyetler Batılı Devletlerinde kışkırtmalarıyla Osmanlı Devleti aleyhine kullanılarak devletin çöküşünü hızlandırmıştır.

 

 

1- Rumlar

 

Rumların Türklerle ilk teması Büyük Selçuklular devrinde başlamış, bu temas 1071’den 1453’e kadar kesintilerle devam etmiştir.

Osmanlı döneminde Rumlar, 1453 yılında İstanbul’un fethiyle başlayan Yeniçağa kadar, İstanbul’da “Bizans”, Trabzon ve çevresinde ise “Pontus” olmak üzere iki ayrı devlet halinde yaşamışlardır. Rumlar Ortodoks Mezhebi’ne mensuptular. Bizanslı Rumlar 1453’te İstanbul’un fethiyle, Pontuslu Rumlar 1461’de Trabzon’un alınmasıyla Osmanlı yönetimine girmişlerdir. Gerek İstanbul’daki Rumlara, gerekse de Trabzon’daki Rumlara çok geniş hak ve hürriyetler verilmiş, Fatih’in Patrik ve Patrikhaneye vermiş olduğu ve diğer Osmanlı Padişahları tarafından da sürdürülen haklar öylesine geniş tutulmuştur ki, adeta devlet içinde devlet görüntüsü ortaya çıkmıştır. İstanbul Rum Patriği’ne, sadece Rum cemaatinin liderliği verilmemiş, bunun yanında Avrupa’daki tüm Ortodoksların lideri olma ayrıcalığı da sunulmuştur. Sırp, Bulgar, Arnavut, Roman Kiliseleri ile Rus Ortodoks Kilisesi de İstanbul Patrikhanesine bağlanmıştır. Ayrıca Rumlar, Patrikhane öncülüğü ve denetiminde bağımsız dini hayat ve dinle ilgili müesseselerin yanında, bağımsız mahkemelerini, mahalli idarelerini, vergi toplama düzenlerini, her türlü eğitim müesseselerini kurmuşlardır.

Rumlar, Osmanlı Devleti’nde imtiyazlı bir azınlık olmuş, Fenerli Rum beyleri, Devletin Hariciye Vekaleti (Dışişleri Bakanlığı)’nde müsteşarlık, tercümanlık görevi, ayrıca Eflak ve Boğdan Voyvodalıkları, Girit ve Sisam Valilikleri gibi üst düzeyde görev yapmışlar, ticaret ve sanatta oldukça ileri gitmişlerdir. Ayrıca kiliseleri ve Patrikhane, Katolik Avrupa’ya karşı himaye altına alınmış, kendilerine her konuda olduğu gibi, din ve inanç hürriyeti hususunda çok geniş ayrıcalıklar verilmiştir.

Yüzyıllarca Osmanlı himayesinde rahat, huzur ve barış içerisinde yaşayan Rumlar, Rusya’nın Ortodoksları himaye etme ve sıcak denizlere inme politikasının, Batılı Devletlerin ise emperyalist politikalarına alet olmuşlar, Osmanlı Devleti’nin yıkılışında çok önemli rol oynamışlardır. Burada bir hususu özellikle belirtmeliyiz ki, Rumların Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanıp bağımsız bir devlet kurmak istemelerinde, Avrupa’da okuyan Rum gençlerinin çok büyük rolü olmuştur. Şöyle ki; Avrupa üniversitelerinde okuyan Rum gençleri oradaki ilim ve düşünce adamları, şairler ve yazarlar ile temasa geçerek onlardan Fransız İhtilali sonrasında moda olan bağımsızlık, milli devlet, özgürlük, eşitlik, adalet vb. konularda bilgilendirilip yönlendiriliyorlardı. Avrupa’dan dönen bu Rum gençleri, bu fikirleri kendi toplumuna yayarak ayrılıkçı hareketleri körüklüyorlardı. Bunun neticesinde Rumlar, Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanıp bağımsız devlet kurma isteğiyle ayaklanıyorlardı.

Ayrıca Rumlar, bu amaçlarına ulaşabilmek için Etniki(Filiki) Eterya, Mavri Mira, Pontus Rum, Rum İzci Teşkilatı gibi teşkilatlar kurmuşlar, papazlar vasıtasıyla halkı Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıp ayaklandırmışlardır. Bu ayaklanmalarda misyonerlerin, kiliselerin, okulların, tüccarların, Rum çetelerinin çok büyük rolü olmuştur.

1821’de Mora İsyanı sonrasında Rumlar, Batılı Devletlerin ve Rusya’nın da desteğiyle 1829 yılında Yunan Devleti’ni kurmuşlardır.

Milli Mücadele döneminde ise Rumlar, Batılı Devletlerinde destek ve yardımlarıyla Milli Mücadele’yi baltalamak için birtakım faaliyetlerde bulunmuşlardır. İstanbul’daki Rumlar, Bizans Devleti’ni yeniden kurmak, Karadeniz’deki Rumlar Pontus Devleti’ni yeniden kurmak için faaliyete geçmişler; bu hususta Patrikhane, misyonerler, Rum kiliseleri ve okulları, Rum tüccarları ve Rum çeteleri çok aktif rol oynamışlarsa da bu hususta başarılı olamamışlardır.

Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesi ve 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması sonrasında İstanbul’daki Rumlar ve Batı Trakya Türkleri dışında, Rumlar ve Türkler, Yunanistan ve Türkiye arasında karşılıklı olarak mübadele edilecekti.

Bugün ülkemizde Rumlar; İstanbul, Gökçeada, Bozcaada, Trabzon ve Çanakkale’de rahat ve huzur içinde yaşamaktadırlar.

 

 

 

2- Ermeniler

 

Ermenilerin menşei tam ve kesin olarak karara bağlanamamış, Ermenilerin menşei muhtelif rivayet ve mitolojik hikâyelerden ibaret kalmıştır. Buna göre birinci görüş Ermeniler Frigyalılarla birlikte Trakya’dan Anadolu’ya gelmişler; ikinci görüş güneyden gelen ve Urartu’ya yerleşen Hayklar ile, kuzeyden gelip Anadolu’ya giren Armenlerin birleşmesiyle ortaya çıkan bir toplumdur; üçüncü görüş ise Hititlerin torunları olduklarıdır.

Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan, 1071 yılında Malazgirt Zaferi’ni kazandıktan sonra Anadolu’ya bir Türk yurdu haline getirmiş, burada yaşayan Ermenilerde Türk idaresine girmişlerdir. Uzun süre Selçuklu idaresinde kalan Ermeniler, daha sonra Harezmşahlar, İlhanlılar, Celayirliler, Timurlular, Akkoyunlular idaresinde de yaşamışlardır.

Fatih, İstanbul’u fethedince Ermenilere çok geniş haklar vermiş, Bursa Metropoliti Ovakim’i patrik ilan ederek İstanbul’da bir Ermeni Patrikhanesi kurdurmuş; Süryani, Kıptî ve Habeş kiliselerini de bu Patrikhane’ye bağlamıştır. Ermeni Patrikhanesi, bazı Hıristiyan Cemaatleri tek çatı altında toplaması bakımından ayrıcalıklı ve üstün bir nitelik taşımaktaydı.

Ermeniler, yüzyıllarca Osmanlı idaresinde huzur, barış ve güven içerisinde yaşamışlar; öyle ki eşyalarını, evlerini birbirlerine emanet etmişler, Ermeni kızları kendi gönül rızalarıyla Türk erkekleriyle evlenmişlerdir.

Ermeniler Osmanlı idaresinde kiliselerini ve okullarını kurmuşlar, yok olmaya başlayan kültürlerini ve dillerini Osmanlı’nın verdiği geniş hak ve hürriyetler sayesinde yeniden canlandırmaya başlamışlardır. Ayrıca birçok iş ve meslek; doktor, mimar, sarraf, zanaatkâr, bankacı, maliyeci, toptancı, barutçuluk, darphanecilik vb. iş ve meslekler Ermeniler tarafından icra edilmiştir. Ermenilerin Osmanlı idaresine 33 mebus, 22 bakan, 29 general, 7 büyükelçi, 1 konsolos, 17 öğretim üyesi, 41 yüksek dereceli memur verdiği göz önünde tutulursa, Osmanlı idaresinde ne kadar iyi hayat şartlarına, geniş hak ve özgürlüklere sahip oldukları çok daha iyi anlaşılır.

Ermeni toplumunun 19. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti ile bir sorunu olmadı. Ermeniler Osmanlı Devleti’ne bağlı kaldıkları için, kendilerine “Millet-i Sâdıka” (Sâdık Millet) denilmiştir. Zayıflayan Osmanlı Devleti’nden pey alma yarışına giren Batılı Devletler Ermenilerin milli bilincini okşayarak bağımsızlık isteğiyle sık sık Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmasını sağladılar. Bu hususta başka misyonerler olmak üzere, Ermeni azınlık olukları ve kiliseleri çok aktif rol oynadılar. Ayrıca bu hususta dergiler, kitaplar, broşürler çıkarttılar ve çok yoğun bir propagandaya giriştiler.

1863’te kabul edilen Ermeni Milleti Nizamnamesi ile Ermeniler çok geniş haklar elde etmişler, adeta devlet içinde devlet olmuşlardır.

Burada bir hususu hatırlatmakta fayda vardır: Batılı Devletler, Gregorian (Gregoryen) Mezhebi’nden* olan Ermenileri, kendi mezhebine çekmek ve kendi emelleri doğrultusunda kullanmak için Ermeniler üzerinde çok yoğun bir propaganda uyguladılar. Şöyle ki, Katolik Fransızlar, Protestan İngiliz ve Amerikalılar, Gregoryen Mezhebi’nden olan Ermenileri kendi mezhebine kazandırmak istemişler, kendi mezheplerinden olmayan, yani Katolik ve Protestan olmayan Gregoryen Ermenilerine baskı uygulamışlardır. Zira Gregoryen Ermenileri, Osmanlı Devleti’ne bağlıydı. Protestan veya Katolik olan Ermeniler, Batılı Devletlerinde kışkırtmalarıyla Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanıyorlardı. Ermeni Gregoryen Patriği, Ermeni Cemaatinin bölünmesini önlemek için Osmanlı Devleti’nden yardım istemiş, fakat Batılı Devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuz ve baskıları nedeniyle bu hususta gerekli yardım ve destek yapılamamıştır.

Ruslar, Doğu Anadolu’yu ele geçirebilmek için Ermenileri kışkırtmış, Doğu’da görev yapan Rus konsolosları, Ermeni halkını Osmanlı’ya karşı düşmanca hisler beslemesi için yoğun çaba harcamışlardır. Bu tahrikler sonucu Ermeniler, özellikle Osmanlı Devleti’nin iç ive dış problemler yaşadığı dönemlerde isyana girişmişlerdir.

Bu şekilde devleti, ciddi şekilde meşgul eden otuzdan fazla ayaklanma gerçekleştirmişlerdir. Bu ayaklanmaların hazırlanmasında ve yürütülmesinde Amerikan, İngiliz ve Rus misyonerlerinin ve ajanlarının çok büyük rolü olmuştur.

93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Harbi)’nde Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya mağlup olması üzerine 3 Mart 1878’de Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşmanın 16. maddesiyle Ermenilere yönelik ıslahat yapılması karalaştırılmıştı. Fakat antlaşma İngiltere, Avusturya ve Almanya’nın çıkarlarına aykırı hükümler taşıdığı için, bu antlaşma bahsedilen devletler tarafından kabul edilmedi. Bunu üzerine Berlin Konferansı toplanmış ve konferans sonrasında Berlin Antlaşması imzalanmıştı(13 Temmuz 1878).

Berlin Antlaşmasında Ruslar, antlaşmanın 61. maddesine göre 6 vilayette (Erzurum, Diyarbakır, Van, Bitlis, Harput, Sivas) Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını istemiştir. Fakat II. Abdülhamit, Ermeni Devleti’nin alt yapısını kurmayı amaçlayan bu 61. maddeyi şiddetle reddetti ve yürürlüğe koymamıştır.

Batılı Devletlerin ve Rusya’nın da desteğiyle Ermeniler 1885’de Armenikan Partisi (ilk kurulan Ermeni partisidir), 1887’de Hınçak, 1889’da Taşnak Cemiyetlerini kurdular. Kurdukları bu cemiyetlerle sık sık Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandılar ve binlerce masum Türk’ü öldürdüler.

1. Dünya Savaşı’nda Ruslarla işbirliği yapan Ermenilerin ayaklanmalar çıkartması ve Osmanlı Devleti’nin masum halkına yönelik katliamlarda bulunması üzerine, Osmanlı Hükümeti bu durum karşısında Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve önde gelen Ermenilerle görüşmüşse de bu görüşmeden olumlu bir sonuç alınamamış, bunun üzerine Osmanlı Hükümeti 24 Nisan 1915’te aldığı bir kararla, Ermeni komitelerini kapatıp önde gelenlerini tutuklamış, çok sayıda belge ve dokümanlara el koymuştur. Ermeni Diasporası’nın her yıl sözde Ermeni soykırımının yıldönümü diye andığı ve dünya kamuoyunu aldattığı 24 Nisan, işte bu kararların uygulandığı tarihtir.

Ayrıca Osmanlı Hükümeti Alman Genelkurmayı’nın da ısrarlı teklifleriyle Doğu Anadolu’da savaş bölgesi hattı içinde kalan Ermenileri, 25 Mayıs 1915’te çıkardığı “Sevk ve İskân Kanunu” çerçevesinde savaş dışı bölgelere(Suriye, Halep, Rakka, Musul gibi) sevk etmiştir. Ermeni Tarihçi Leon ve Amerikalı Tarihçi Prof. Dr. Justin McCarty’e göre; Osmanlı Hükümeti, Rus kışkırtmalarına kapılarak ve Rus silahlarına güvenerek karışıklıklar ve isyanlar çıkaran Ermeni komiteleri karşısında kendi varlığını koruma hakkını kullanmıştır.

Tehcir edileceklerin satılması gereken mallarının ucuza gitmemesi, dolayısıyla zarara uğramaması için gerekli tedbirler alınmıştır. Tehcire tâbi olacak Ermenilerin mallarının gerçek değerinin altında satılmaması sağlanmış, malları gerçek bedeline satılarak paraları kendilerine verilmiştir. Ermenilerin, yanlarında götürmek istedikleri mallarını götürebilmeleri için gerekli tedbirler alındığı gibi, götüremedikleri mallarının onların hesabına yatırılması sağlanmıştır.

Sevk ve İskân Kanunu her Ermeni’yi kapsamıyordu. Sakatlar, hastalar, körler, yetim çocuklar, dul kadınlar, Ermeni mebusları, Osmanlı Bankası’nda çalışan Ermeniler, Düyun-u Umumiye’de ve bazı konsolosluklarda çalışan memurlar, Katolik ve Protestan mezhebinden olan Ermeniler, Osmanlı ordusunda asker, subay, sıhhiye sınıflarında hizmet verenler ve aileleri, tüccarlar, ustalar ve ameleler bu kanunun kapsamı dışında bırakılmıştır.

Sevk ve isyan sırasında meydana gelen kayıpların; eşkıya ve çetelerin saldırıları, tifo, kolera, tifüs vb. bulaşıcı hastalıklar, açlık, değişik yerlere göçler sırasında yaşanan insan kayıpları, iklim değişikliği, uzun yolculuğun verdiği güçlükler ve sıkıntılar, bazı memurların ve jandarmanın suistimali, Ermeni çetelerin kurtarma faaliyetleri için giriştiği baskınlardaki çatışmaların ölümle sonuçlanması gibi kayıplar olduğu görülecektir.Ayrıca Ermeni çeteleri, kendilerine destek vermeyen soydaşlarını da katletmişlerdir. Böylece hem korku salarak bütün Ermenileri sindirip yanlarına çekmiş olacaklar, hem de Avrupa kamuoyunda “bu Ermenileri Türkler katletti” diyerek kendi lehlerine propaganda yapmış olacaklardı. Bu amaçla birçok Ermeni, yine bizzat Ermeni çeteleri tarafından öldürülmüştür.

Sevk ve iskân işleri son derece itinalı ve büyük hassasiyet içinde yürütülmeye çalışılmıştır. Tehcire tâbi olan kişilerin iskân edeceği yere kadarki masraflarını hükümet karşılamış, nakledilen Ermenilerin can ve mal güvenliklerinin o güzergâhtaki idarecilere ait olduğu bildirilmiş ve bu hususta gerekli tedbirler alınmıştır. Sevk ve iskân sırasında meşakkatsiz yollar ve güvenli yerler tercih edilerek rahat bir sevk sağlanmıştır. İskân sırasında meydana gelen olumsuzlukların sorumlularını hükümet cezalandırmıştır.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesi Doğu’da bir Ermeni Devleti’nin kurulmasını öngörüyordu. Yine 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşmasıyla Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti’nin kurulması amaçlanıyordu. Ermeniler bu amaçla silahlı çeteler kurarak binlerce masum Türk insanını katletmiş, bu gelişmeler üzerine TBMM. 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’yı Doğu Cephesi Komutanlığı’na atadı. Karabekir, 28 Eylül 1920’de askeri harekata başlamış, 29 Eylül’de Sarıkamış’ı, 30 Ekim’de Kars’ı Ermenilerden kurtarılmıştır. Ermenilerle 3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre Ermeniler Doğu Anadolu’da hak iddia etmekten vazgeçmişlerdir.

3- Yahudiler

 

Osmanlı Devleti tarihinde ilk Yahudi toplumu Bursa’dadır. Orhan Gazi, Bursa’ya girdiğinde Yahudilere çok iyi müsamahada bulunmuş, onlara bir havra inşa etmeleri için izin vermiştir.

Osmanlı Devleti’ne göç eden ilk Yahudi gurubu 1470 yılında Almanya ve Polonya’dan gelen Aşkenaz Cemaati’dir. Daha sonra Osmanlı Devleti’ne İspanyolların zulmünden kaçan Sefarad Yahudileriyle, Kırım’dan Karaim Yahudileri gelerek İstanbul’a yerleşmişlerdir.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra diğer dini azınlıklara tanıdığı hakları Yahudilere de tanımış, Maiz Kapsali (Moses Capsali)’yi ilk hahambaşı olarak atamıştır. 1865’te çıkarılan “Hahamhâne Nizamnamesi” ile Ruhanî, Cismanî ve Genel Meclisler oluşturulmuş ve bu nizamnâme ile geniş bir irade ve iç yönetim imkanlarına sahip olmuşlardır.

Yahudilerin Osmanlı idaresine karşı tek ciddi isyanları, Sabatay Sevi hareketidir. Sabatay Sevi 1666 yılında Mesih olduğun iddia ederek Yahudi Devleti kurma çalışmalarına girişmiş, fakat bu girişim neticesiz kalmıştır. İdam edilmemek için sözde Müslüman olmuş, Mehmet Aziz adını almıştır.

Yüzyıllarca Osmanlı idaresinde huzur, barış ve rahat içinde yaşayan Yahudiler, Milli Mücadele Dönemi’nde mevcut durumu mali ve ticari yönden kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirdiler. Hahambaşı’nın öncülüğünde Alyans-İsrailit ve Makabi gibi cemiyetler kurdular ve bu cemiyetler vasıtasıyla ticarî, malî, kültürel, dinî ve hukukî haklarını korumaya çalıştılar. İstanbul işgal edilince Yahudiler, daha önce evlerine ve dükkânlarına asmış oldukları Türk Bayrağı’nı kaldırıp yerine Süleyman Bayrağı asmaya başladılar. Filistin’deki atalarının 2 bin yıl önceki geleneklerini yeniden yaşamaya, canlandırmaya başladılar,yafetlerini giymeye başladılar.

Sonuç itibariyle özetleyecek olursak, Osmanlı Devleti himayesinde yüzyıllarca rahat, huzur ve barış içerisinde yaşayan gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecine girmesiyle birlikte, Emperyalist Batılı Devletlerinde yardım ve desteğiyle kendi milli devletlerini kurma yoluna gitmişlerse de, Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından sonra bu emellerine ulaşamamışlardır.

* Bu makale, Niğde Üniversitesi SBE. İlköğretim Anabilim Dalı Sosyal Bilgiler Öğretimi Bilim Dalı’nda akademik jüri tarafından onaylanmış Yüksek Lisans Tezi’nin bir kesitidir.

** Bilim Uzmanı, Araştırmacı -Yazar

Hakkımızda Sosyal Bilgiler

Belki Bunlar İlginizi Çekebilir.

ortacag donemi

Orta Çağ’da Ekonomi Özet

ORTA  ÇAĞ’DA EKONOMİ A)TARIM Feodalizm (Derebeylik): Batı Roma’nın yıkılmasıyla güvenlik ve geçim ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla …

9 Yorumlarınız

  1. cok tesekkurler

  2. Saolun bu bilgiler çok işime yaradı.
    Bu arada bi ara Osmanlı Devletinde gayrimüslimlere verilen hakları da detaylı olarak anlatırsanız güzel olur :))))))

  3. çoook teşekküe ederim çok işime yaradı

  4. Açıklamalar,açıklanabilecek en güzel şekilde açıklanmış. Teşekkürler

  5. cok tesekkr ederm performans ödewimde cok yarımda bulundunuz

  6. Merhaba çok tesekkurler çok ısıme yaradı

  7. Merhaba çok tesekkurler çok ısıme yaradı

  8. MERHABA , tum bilgiler icin ALLAH razi olsun ,
    TESEKKURLER !

  9. Türk olarak artık oyuna ğelmeyelim bu geçmişte yaşanan kötü olayları, hainleri, ğörüyoruz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir