Gönderen Konu: TARİHTEN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER  (Okunma sayısı 8631 defa)

Çevrimdışı PeRi

  • Usta Öğretmen
  • *****
  • İleti: 712
  • Rep +33/-10
  • Cinsiyet: Bayan
TARİHTEN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER
« : Ekim 18, 2009, 07:20:44 ÖS »
Bilge Kağan, 683 yılında doğdu. Babası Göktürk Devleti’ni yeniden kuran İlteriş Kutlug Kağan, annesi İlbilge Hatun’dur. 8 yaşında
babasını yitiren Bilge, 24 yıl boyunca Göktürk Devleti kağanlığı yapan amcası Kapağan Kağan’ın elinde büyüdü.

Bilge Kağan, amcası öldüğünde yerine geçen oğlu İnal’ı devirerek 32 yaşında Göktürk Devleti’nin başına geçti. Devletin

yönetimini ele alan Bilge’nin ilk işi iyi bir yönetim oluşturmak oldu. Bunun için, ordunun başına 31 yaşındaki kardeşi Kül Tegin’i,

vezirliğe de Tonyukuk’u getirdi.

Bilge Kağan’ın en büyük hayali milletini yerleşik hayata geçirip onları şehirlerde oturtmak idi. Ama buna vezir Tonyukuk karşı çıkarak, “Türkler, Çinlilerin yüzde biri kadar bile değildiler. Su ve otlak peşindedirler. Avcılık yaparlar. Belli bir yerleri yoktur ve savaşçıdırlar. Kendilerini güçlü görünce, orduları yürütürler. Güçsüz bulunca kaçarlar ve gizlenirler. Çinlilerin sayı üstünlüklerini böylece etkisiz kılarlar. Türkleri surlarla çevrili bir kentte toplarsanız ve bir kez Çin’e yenilirseniz, onların tutsağı olursunuz ” dedi.

Bilge Kağan, bir dönem de Türkler arasında Budizm’i yaymak hevesine kapıldı. Tapınaklar yaparak Türkleri Budist yapmak arzusunu taşıdı. Vezir Tonyukuk, bu düşünceye de karşı çıkarak, Budizm’in insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğrattığını, kuvvet ve savaşçılık yolunun bu olmadığını, eğer Türk milletinin yaşaması isteniyorsa bu din ve tapınakların ülkeye sokulmaması gerektiğini söyledi.

Bilge Kağan, çok itibar ettiği Veziri Tonyukuk’un tavsiyelerine uyarak, aklından geçen bu planları yapmadı.

Bilge Kağan döneminde Göktürk Devleti’nin sınırları Çin’in Şan-Tung ovasından, İç Asya’da Karaşar bölgesine, kuzeyde Bayırku sahasından Ani ırmağı havalisi ve Batı Demir Kapı’ya (Ceyhun Irmağı’nın yakınında Semerkant-Belh yolu üzerinde) kadar ulaştı.

Önce veziri Tonyukuk’u sonra kardeşi Kül Tegin’i kaybeden Bilge Kağan’ı, Çinlilerle işbirliği yapan bakanı Buyrak Cor zehirledi. Yatağında hasta yatarken, kendisini zehirleten bakan ve yardımcısını öldürten Bilge Kağan, 25 Kasım 734’de öldü.

Bilge Kağan’ın cenazesi 22 Haziran 735 tarihinde büyük bir törenle defnedildi


Kül Tegin 684 yılında doğdu. Babası İlteriş öldüğünde ağabeyi Bilge 8, Kül Tegin ise 7 yaşındaydı. Ağabeyiyle birlikte amcası Kapağan Kağan tarafından büyütüldü. Bilge Kağan 32 yaşında ülke yönetimini ele aldığında, Kül Kegin de 31 yaşında onun yardımcısı oldu ve ordunun başına geçti. Ağabeyi ile birlikte ülkelerindeki isyanları bastıran Kül Tegin’e ilişkin en sağlıklı bilgiler Orhun Abideleri’nde yer alır.

Kül Tegin, 16 yaşında iken amcası Kapağan Kağan ile birlikte 50 bin kişilik Çin ordusuyla yapılan savaşa katıldı ve kahramanlığı ile dikkat çekti. Kül Tegin, 21 yaşında iken Çinli general Caca ile yapılan savaşta da yer almış ve üç atını kaybetmişti. Çinli askerlerin attığı 100’den fazla oktan kurtulmayı başararak, bu savaşın kazanılmasında büyük payı olduğu abidelerde yazılıdır.

Kül Tegin, 26 yaşında iken Göktürk Devleti’ne başkaldıran Kırgızlara karşı düzenlenen sefere de katıldı. Sanga Dağı’nın eteklerinde 710 yılında yapılan savaşta, Kül Tegin’in savaşçılığı Çinlilerin de dikkatini çekti ve Çin kaynaklarında onu ‘Yenilmez Savaşçı’ olarak gösterdiler.

Kül Tegin 27 Şubat 731’de 47 yaşında iken öldü. 1 Kasım 731’de kendisine büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Törene Çin, Tıtan, Tatabı, Tibet, İran, Soğd, Buhara, Türgiş, Kırgız ve diğer devlet boyları da katıldı..................

İmam Buhari, Buhara'lı bir muhaddistir.

Arap geleneklerine göre adı Ebu Abdillah Muhammed bin İsmail bin İbrahim bin el-Mugîre bin Merdezbehe-l' Cufî el-Buhârî. Yazdığı Sahih-i Buhari diye bilinen ( orijinal adı الجامع الصحيح el-Camiu's-Sahih) eser sonradan Kütüb-i sitte diye anılan serinin ilk kitabını oluşturur. Hicri 13 Şevval 194 tarihinde, (21 Temmuz 810 milâdi) bugün Özbekistan'da bulunan Buhara şehrinde doğmuştur. Hicri 256 senesinde ise (Milâdi 869) vefat etmiştir. Buhara'da doğduğundan ismi Buhari kalmıştır. Genç yaşta annesinin terbiyesi altında Arapça'yı ve Kur'an'ı öğrenmiştir. Babasından kalan servet onun hiç kimseye muhtaç kalmadan ilim öğrenmesine vesile olmuştur. İmam olarak anılan Buhari Islam dininin en büyük muhaddisi sayılır. Buhari'nin hadis eserleri sayesinde Müslümanlar peygamberlerinin sünnetini daha iyi öğrenebilmişlerdir.

Hadis bilginlerinin ileri gelenlerinden biri
Ebû Abdullah Muhammed b. Ismâil b. Ibrâhim b. el-Mugîre b. Berdizbeh el-Cûfî el-Buhârî.
Mugire b. Berdizbeh, Buhara Valisi Yemân el-Cûfi'nin araciligiyla müslüman olmustur. Bu nedenle Cûfi'ye nisbet edilmistir. Buhârî'nin babasi ve dedesi hakkinda pek bilgimiz yoktur.
Muhammed el-Buhârî, 13 sevvâl 194 h./21 Temmuz 810 tarihinde Cuma günü Buhara'da dogmustur. Bundan dolayi da Buhârî nisbetiyle anilmasina sebep olmustur. Buhârî, henüz bebek iken babasi vefat etmis, kardesi Ahmed'le birlikte yetim kalmistir. Annesinin terbiyesi altinda büyümüs, küçük yasta Kur'an'i ezberlemis ve Arapça ögrenmistir. Babasindan kalan servet onun hiç kimseye muhtaç olmadan ilim ögrenmesinde yararli oldu. On bir yasinda hadis ögrenmeye basladi. Onalti yasinda annesi ve kardesi Ahmed'le birlikte hacca gitti. Annesi ve kardesi Buhârâ'ya dönerken, kendisi ilim ögrenmek istegiyle Mekke'de kaldi. (210 h./825).
Onsekiz yasinda "Kitâbu Kadâya's-Sahabe ve't-Tâbiin" ile "et-Târîhü'l-Kebîr" adli eserlerini yazdi. ilim ögrenmek için sam'a, Misir'a, Basra'ya, Bagdat'a gitti. Bu amaçla alti yil Hicâz'da kaldi. Buhârî, hadis ögrenmek ve nakletmekle kalmadi. siirle de ilgilendi. Ancak fazla siir yazmadi. Savas sporlarina ilgi duydu, ata bindi, ok atti.
Akranlari Buhârî'den övgüyle bahsederler. Onu övenler arasinda büyük muhaddis imam Müslim'de vardir. Buna ragmen, Buhârî'nin üstünlügünü çekemeyenler fitne çikarmaktan geri kalmadilar. Buhârî'nin "Kur'an mahluktur" düsüncesini savundugunu yaydilar. Bu dedikodulardan rahatsiz olan Buhârî, memleketi Buhâra'ya gitti. Burada da rahat edemedi. Buhârâ emiri ile arasi açildi. Buhara Emiri Halid Ibn Ahmed, çocuklarina Câmiu's-Sahîh'i ve et-Tarih'i okutmasi için Buharî'yi konagina çagirir fakat Buharî, bu teklifi kabul etmez. ilim meclIslerinin herkese açik oldugunu,isteyenin gelerek yararlanabilecegini, ilmi valinin konaginin duvarlari arasina hapsedemeyecegini bildirir. Bu olay üzerine Ahmed Ibn Hâlid, onu Buhara'dan sürer. Buhârî, Buhara'dan ayrildiktan sonra Semerkand'a gider. Hartenk köyünde bulunan akrabalarinin arasina yerlesir. Semerkand'lilar, Buhârî'den yararlanmak isterler. Bir heyet gönderip Semerkand'a gelmesi ricasinda bulunurlar. Buhârî, Semerkand'a gitmek için hazirlik yapmaya baslar ancak bu arada hastalanir ve Ramazan Bayrami gecesi vefat eder (30 Ramazan 256 h./31 Agustos 869). Cenazesi, bayram günü ögleden sonra kilinarak Hartenk'e defnedilir.
Imam Buhârî keskin bir zekâ ve ezberleme yetenegine sahipti. Herhangi bir seyi ezberlemesi için ona bir defa bakmasi veya onu bir defa dinlemesi yeterliydi. Bagdatlilarin ve Semerkandlilar'in O'nun zekâ seviyesini denemek için sorduklari sorular bunu göstermesi bakimindan önemlidir. Gezileri sirasinda dinlediklerini yazmamasi ve kendisine takilanlara, dinledigi bütün hadIsleri ezberden okumasi da dikkat çekicidir. O ayni zamanda çok hadis ezberlemekle de söhret bulmustu.
Ince yapiti uzun boylu idi. ihtiyarliginda çok halim selim görünüslü olmustu. Sert yaratilIsli degildi. Yumusak huyluydu. ilim konusunda çok dikkatli idi. Dayanaksiz konusmak istemezdi. Baskalari hakkinda gayet yumusak bir dil kullanirdi. Derdi ki, "Hiçbir kimseyi giybet etmemis olarak Allah (c.c)'a kavusmayi arzu ediyorum." Rical bilgisi herkesten çok olmasina ragmen cerh ettigi (zayifligini ortaya koydugu) raviler hakkinda bile asagilayici tabirler kullanmazdi. Yalanciligi bilinen birisi için "fîhi nazar (bunda ihtilaf vardir)", "seketû anhu (sikaligi konusunda âlimler sustular)" derdi. O'nun bir adam hakkinda en agir sözü "münkerü'l-hadis (hadisi alinmaz)" terimidir.
Kütübü sitte müelliflerinden en-Nesâî, Buhârî'yi bizzat görüstügü seyhler arasinda saydiktan sonra söyle demistir: "O, sika, inanilir, akilli bir muhaddistir. Islâm tarihinde ilk defa sahih kitap yazan odur." Bazi âlimler onun için söyle derler: "Buhârî, Allah (c.c)'nun yeryüzünde yürüyen ayetlerindendir." Necm b. el-Fazl diyor ki: "Rüyamda Rasûlullah (s.a.s.) efendimizi gördüm. Bir köyden çikmis gidiyordu ve arkasindan imam-i Buhârî de onu takip etmekteydi. O bir adim atinca Buhârî de bir adim atiyor ve ayagini Rasûlullah (s.a.s.)'in ayagini bastigi yere basiyordu. Kitabini da her bakimdan ona nisbet ediyordu."
Buhârî ilmiyle amel eden bir insandi. Islâmî sinirlara uymada asiri derecede titizdi. Helâl ve haram konusunda duyarli idi. Hadis ilmine hizmet, bu yolla Allah (c.c.)'in rizasini, Rasûlullah (s.a.s.)'in sefaatini kazanmaktan öte bir amaç tasimiyordu. Babasindan kalan mirasi bile bu yolda harcamisti. Cömertligiyle söhret bulmustu, yardim ettiklerine Allah rizasi için elini uzatiyordu. Çok Kur'an okur, çok nafile namaz kilardi. Rivayete göre her üç günde bir Kur'an'i Kerîm'i hatmederdi. Gecenin bir kismini uykuyla geçirirdi. Sürekli geceleri uykusundan kalkip, kandilini yakar, hadis tahric ederdi. Yahut yazdiklarina isaretler koyar, üzerinde düsünürdü. Seherden önce uyanir, gece namazi kilar; sonra Kur'an'in üçte birini okurdu. Ramazanda ise terâvihten sonra Kur'an'in üçte birini okumaya devam ederdi.
Buhârî'nin kendi ifadesine göre hadis aldigi hocalarinin sayisi binden fazladir. Hadis yazdigi seyhlerine ait senetleri de bildigini, senedi zayif rivayetlere itibar etmedigini belirtir. Hocalarinin baslicalari sunlardir:
Ahmed b. Hanbel
Ali b. el-Medinî
Yahya b. Maîn
Ismail b. idris el-Medînî
Ishak b. Rahuyeh.
Bunlarin disinda su isimleri de görüyoruz;
Mekkî b. ibrahim el-Belhî
Muhammed b. Selam el-Bikendi
Ibrahim b. el-Es'as
Ali b. el-Hasan b. Sekîk
Yahya b. Yahya
Ibrahim b. Musa el-Hafiz
Süreyc b. en-Numan
Ebu Asim en-Nebil es-Seybânî
Muhammed b. Abdullah el-Ensârî
Abdullah b. Zübeyr el-Hamidî
El Mekrî, Abdülaziz el-Üveysî.
Ögrencileri arasinda da en meshurlari sunlardir;
Ebu isa et-Tirmîzî
Muhammed b. Nasru'l Mervezî
Ibni Ebi Dâvud
Müslim b. Haccac ve en-Nesâi.
Câmiu's-Sahîh; Islâm'in ilk dönemlerinde hadIslerin Kur'an'la karismasi söz konusu oldugundan hadIslerin yazilmasi yasakti. Sonralari Kur'an-i Kerîm, kitap haline getirilip, çogaltildi oria bir seyin karismasi engellendi. Sahabe nesli bütünüyle vefat etmis, Islâm ülkeleri genIslemis, degisik düsünceler ortaya çikmisti. Bu tür nedenlerle hadIslerin toplanmasinin yararli olacagina inanildi ve hadIslerin tedvinine baslandi.
HadIslerin toplanmasina Tabiun döneminde baslanmistir. imam Mâlik* (179 h./195) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in hadIslerine Sahabe ve Tabiun kavillerini ekleyerek Muvatta'yi tasnif etmistir. imam Mâlik'ten sonra da hadis konusunda çalismalar yapildi. Buhârî'nin Câmiu's-Sahîhi meydana getirmesi iki sebebe dayanmaktadir. Bunlarin birincisi, hocasinin kendisinden böyle bir istekte bulunmasi, ikincisi de kendisinin görmüs oldugu bir rüyadir.
Buhârî, sahih adiyla anilan ve içerisine sadece kendince sahih oldugu sabit olan hadIsleri koydugu kitabini yazmakla hükümlerin kaynaklarini bulmada önemli bir hizmeti yerine getirmistir. imam Buhârî ayrica bu eserle kendisinden önce yasamis mezhep imamlarinin dayandigi temellerin saglam oldugunu, hiç birinin kisisel görüsle fetva vermedigini ortaya koydu. Ondan sonra gelen muhaddIsler, hadis çalismalarinin sinirlarini az çok belirlemis oldular. ilim adamlari Buhârî'nin eserine büyük önem verdiler. Özellikle sahih hadis konusunda onun eserinin ortaya koydugu gerçekleri ve sartlari kabul ettiler, örnek aldilar. O, hadiste odak ve hareket noktasi olarak degerlendirildi.
Buhârî, bu eseri meydana getirirken çok titiz davrandi. Eserine aldigi hadIsleri, alti yüz bin hadisin içinden seçti. Sahih hadIslerin disinda kalan diger hadIsleri eserine almadi. Eserin kabarmasini önlemek için sahih hadIslerin bile bir kismini almamistir. Câmiu's-Sahih'te yer alan hadIslerin sayisi yedibinikiyüzyetmisbestir. Bazi hadIsler degisik kitaplarda geçmektedir. Mükerrerler çikarildiktan sonra geriye kalan hadis sayisi dört bin'dir.
Câmiu's-Sahih'te hadIsler konularina göre kitaplara, her kitap da kendi arasinda bâblara ayrilmistir. Eserde, üzerinde ihtilaf edilmeyen hadIslere yer verilmis, râvilerin güvenilir olmasi hususunda titiz davranilmistir. Râviler birbirine baglanarak ilk kaynaga kadar götürülmüstür. HadIsleri bazi titiz ölçülere vurduktan sonra sahih kabul edip, uymayanlari reddetme çigirini açan Buhârî olmustur. O'ndan sonra gelen âlimler bu yoldan giderek sahih hadIsleri zayif ve uydurma olanlarindan ayirmaya devam etmIslerdir. Sahih hadis kitabi yazanlar çok olmakla beraber Buhârî kadar titizligi ileri götüren olmamistir. Hadis kabulünde kendine has çok dar bir yolda tek olmasi onun Islâm ümmeti arasinda müstesnâ bir söhret ve güven kazanmasina sebep olmustur.
Sahih'in nerede telif edildigi hususunda degisik görüsler vardir. Buhârî, hadis almak için gittigi her yerde eserini telife çalismistir. Hayati seyahatlerle ve ilim yolunda geçen bir insanin onalti yillik çalismasinin mahsulü olan bu eserin telifini bir yere baglamak mümkün degildir.
Câmiu's-Sahih'te yer alan kitap (bölüm) sayisi doksanyedi, bâblarin sayisi üçbindört yüzelli kadardir. Üç râvili hadIslerin sayisi da yirmi ikidir. Degisik senetle gelen hadIsler Sahih'te yer almaktadir. Ancak ayni senet ve ayni metinle birden fazla yerde zikredilen hadIslerin sayisi yirmi üç kadardir. Kur'an'dan sonra ana kaynak olan Buhârî'nin Sahih'i ile Müslim'in eserine Sahih adi verilmektedir. ikisine birden "Sahihayn " denilir. Diger dört hadis kitabina da "Sünen ", alti hadis kitabinin tümüne birden "Kütübü Sitte" denilmektedir.
Buhârî'nin bu eserine ait bir çok serh yazilmis ve üzerinde çalismalar yapilmistir. En meshur serhleri, Aynî'nin Umdetu'l-Kari, Askalani'nin Fethu'l-Barî ve Kirmâni'nin Kevâkibü'd-Derârî, adli eserleridir.
Câmiu's-Sahih disinda, su eserleri vardir:
Tarihu'l Kebir: Hadis ricaline ait önemli bir eserdir. Sahasinda ilk yazilanlardandir. Buhârî bunu henüz onsekiz yasinda iken Rasûlullah (s.a.s.)'in kabri basinda mehtapli gecelerde yazmistir. Haydarabad'ta 1941-1954 tarihlerinde dört cilt,1959-1963 tarihlerinde üç cilt halinde basilmistir.
Târihu'l-Evsât: Tarihu'l Kebir'in kisaltilmisidir. Bazi yazma nüshalari mevcuttur. Ibni Hacer Tehzibû't-Tehzib isimli eserinde bundan nakiller yapmistir.
Tarihu's-Sagîr: Tarihu'l Kebir'in bir özetidir. 1325 yilinda Zuafâü's-Sagîr ile birlikte Hindistan'da basilmistir. Kitâbu Zuafâü's-Sagîr: Zayif ravilerin hallerinden bahseder. Hindistan'da 1323 ve 1326 tarihlerinde basilmistir.
Et-Tarihu fi Ma'rifeti Ruvati'l-Hadîs ve Nükâti'l Âsâr ve's Sünen ve Temyizü Sikatihim min Züafâihim ve Târihu Vefâtihim: Küçük bir risâledir.
Eet-Tevârîhu'l Ensâb: Bazi sahIslarin özel hallerinden bahseder.
Kitâbu'l Künâ: Râvîlerin künyelerinden bahseden bir eserdir. Haydarabad'ta 1360 yilinda basilmistir.
Edebü'l-Müfred: Ahlâk hadIslerini toplayan bir eserdir. istanbul'da 1306, Kahire'de 1346, Hindistan'da 1304 yillarinda basilmistir.
Refu'l-Yedeyn fi's-Salati: Namazda el kaldirmakla ilgili bir risâledir. Kalküta'da 1257, Delhi'de 1299 yillarinda yayinlanmistir.
Kitâbu'l-Kiraati Halfe'l-imam: Namazda imamin arkasinda okuma hakkinda yazilmis bir risâledir.
Hayrü'l Kelâm fi Kiraati Halfi'l Imam adiyla Orduca çevirisi ile beraber 1299'da Delhi'de, ayrica 1320'de Kahire'de basilmistir.
Halku'l-Ef'ali'l-ibâd ve'r-Redd Ale'l Cehmiyye: Cehmiyye mezhebinin görüslerini reddeden bir kitaptir. 1306'da Delhi'de basilmistir.
El-Akîde yahut et-Tevhîd: Akaid konusunda yazilmis bir eserdir.
Abarü's Sifat: HadIsle ilgili bir eserdir ve bazi kütüphanelerde yazma nüshalari mevcuttur.
. Bunlardan baska kimi kaynaklarda Buhârî'ye ait oldugu zikredilen su kitaplarin ismini de görmek mümkün:
Birri'l Valideyn
El-Camiu'l Kebir
Et-Tefsirü'l Kebir
Kitabü'l Hibe
Kitabü'l Esribe
Kitabu'l Mebsut
Kitabü'l ilel
Kitabü'l-Fevâid
Esamü's Sahâbe
Kitabu'd-Duâfa
El-Müsnedü'l-Kebir
Sülâsiyyât.

Halil İnalcık (1916,-), Türk tarihçi. 26 Mayıs 1916'da İstanbul'da doğan İnalcık, aslen Kırım'lıdır.

Balıkesir Muallim Mektebi'nde tamamladı. 1935 yılında Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Yeni Çağ Tarihi bölümünde yükseköğrenimine başladı. 1942 yılında "Tanzimat ve Bulgar Meselesi" adlı doktora tezini verdi. Uzun yıllar aynı Fakültede Osmanlı ve Avrupa tarihi üzerine dersler verdikten sonra 1972 yılında Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü'ne "Osmanlı Tarihi Üniversite Profesörü" olarak davet edildi.

1973 yılında meşhur kitabı The Ottoman Empire The Classical Age 1300-1600 yayımlandı. Yurtiçi ve dışında çeşitli üniversitelerden fahri doktora payeleri aldı. 1993 yılında Bilkent Üniversitesi'ne davet edildi ve burada Tarih bölümünü kurdu. Yazdığı makale ve kitaplarla Osmanlı İmparatorluğu tarihi üzerinde tartışılmaz bir otorite haline gelen Prof. Dr. Halil İnalcık halen Bilkent Üniversitesi Osmanlı Tarihi Bölümü'nde yüksek lisans ve doktora ögrencilerine seminer dersi vermektedir.
Hayatı ve tarihçiliğini anlattığı Tarihçilerin Kutbu Halil İnalcık Kitabı adlı söyleşi kitabı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarından 2005 yılında yayımlanmıştır.
Eserlerinden bazıları:


The Ottoman Empire, The Classical Age, 1300-1600, London, 1973
Studies in Ottoman social and economic history, London, 1985
The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire, Bloomington, 1993
Süleyman the second and his time, Istanbul, 1993
An Economic and Social History of the Ottoman Empire (Donald Quataert ile birlikte), Cambridge, 1994
From empire to republic: essays on Ottoman and Turkish social history, Istanbul, 1995
Sources and studies on the Ottoman Black Sea, Cambridge, 1995
History of Humanity (editor, Peter Burke ile birlikte), 1999
Ottoman Civilization (Gunsel Renda ile birlikte), Ankara, 2003
Essays in Ottoman History , Eren Yayıncılık
Makaleler 1: Doğu Batı, Doğu Batı Yayınları, 2005
Fatih devri üzerinde tetkikler ve vesikalar, Ankara, 1954
Osmanlı'da Devlet, Hukuk, Adalet, Eren Yayıncılık, 2000
Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 1/1300-1600, Eren Yayıncılık, Prof. Dr. Donald Quataert ile, 2001
Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 2 / 1600-1914, Eren Yayıncılık, 2004
Osmanlı İmparatorluğu - Toplum ve Ekonomi, Eren Yayıncılık
Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Yapı Kredi Yayınları, 2003
Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Eren Yayıncılık
ABD Tarihi, Allan Nevins/ Henry Steele Commager (çeviri) Doğu Batı Yayınları, 2005
Şair ve Patron, Doğu Batı Yayınları, 2003
Balkanlar, (Prof. Dr. Erol Manisalı ile)



Murat Bardakçı, Hürriyet Gazetesi yazarlarındandır, 1955 yılında İstanbul'da doğdu, ekonomi öğrenimi gördü.
Musikiye Dr. Selahattin Tanur'la tanbur ve eser meşkederek başlayan Murat Bardakçı, Tanur'dan "icazet" aldı, Ekrem Karadeniz'le teori, teori tarihi ve ses sistemi üzerine çalıştı, Fahire Fersan ve Vecdi Seyhun'dan yararlandı, ilgi alanını daha sonra musiki tarihine yöneltti. Abdülbaki Gölpınarlı'dan şarkiyat kaynakları ve metodolojisi alanlarında büyük ölçüde faydalandı, bu arada Türk ve İslam Müziği'nin tarihiyle ilgili kitap, belge, fotoğraf, film ve ses kaydı gibi arşiv malzemesi topladı, geniş bir nota kolleksiyonu oluşturdu.
Türk Müziği Tarihi'yle ilgili çok sayıda araştırması yayınlanan Murat Bardakçı, Sabah Gazetesi yazarlığından 2007'nin Nisan ayında istifa etmiştir.
Murat Bardakçı Osmanlı İmparatorluğu 'nun yıkılış dönemine ilişkin araştırmalarıyla bilinir. Sultan Vahdettin üzerine Şahbaba kitabını yazmıştır. 2006 yılında Kanal D'de yayınlana 'Son Osmanlılar' dizisini de Murat Bardakçı yazmıştır.

Kitapları
Son Osmanlılar
Osmanlı'da Seks
Şahbaba
Osmanoğulları'nın Son Hükümdarı 6. Mehmed Vahideddin'in Hayatı, Hatıraları ve Özel Mektupları
Sultani Besteler
Osmanoğullarının Son Padişahı Mehmet Vahideddinin Eserleri
Maragalı Abdülkadir
Refik Bey Refik Fersan ve Hatıraları
Fener Beyleri'ne Türk şarkıları

Florence Nightingale (Florence Nightingale Kimdir? - Florence Nightingale Hakkında)




(1820-1910). İn­giliz hemşire Florence Nightingale, bütün dünyada çağdaş hemşirelik mesleğinin kuru cusu olarak tanınır. İtalya'nın Floransa ken tinde doğduğu için ona bu kentin adı verilmiş­ti. Varlıklı bir ailesi olan Florence Nightinga­le, rahat ve tasasız bir yaşam sürmek yerine hastalara bakmayı, onların sağlık koşullarını iyileştirmeyi amaç edindi. Babası tarafından eğitilen Florence Nightingale, Yunanca, La­tince, Fransızca, Almanca, İtalyanca, tarih, felsefe ve matematik konusunda bilgili, aydın bir kadın olarak yetişti. O dönemde hastane­ler pislik içinde, koğuşlar kalabalık, hastaba­kıcılar ise çoğu zaman eğitimsiz ve kaba saba kişilerdi. Bu yüzden bir hastanede çalışmak isteğine ailesi karşı çıktı. Nightingale bunun üzerine hastaneleri dolaşarak ve hastaların durumunu gözleyerek hastanelerin nasıl dü­zenlenmesi gerektiği konusunda deneyim ka­zandı.
1851'de Almanya'daki Kaiserswerth ken­tinde bir Protestan kuruluşunun düzenlediği hemşirelik kurslarına katılan Nightingale, iki yıl sonra ailesinin karşı çıkmasına aldırma­dan, Londra'da kadın hastaların bakıldığı bir hastanenin yöneticisi oldu. Hastanelerin te­mizliği ve düzeni konusundaki bilgisi ve yete­neği kısa sürede anlaşıldı ve 1854'te karşısına büyük bir fırsat çıktı.



Florence Nightingale, Kırım Savaşı sırasında ve izleyen yıllarda hastanelerde sağlık koşullarının iyileştirilmesi için büyük çaba gösterdi. Resimde Nightingale, mesleğinin ilk yıllarında Üsküdar'daki askeri hastanenin bir koğuşunda görülüyor.



O yılın mart ayında, Osmanlı Devleti, İn­giltere ve Fransa ile Rusya arasında Kırım Sa­vaşı patlak vermişti. Ekim ayında yaralı İngiliz askerlerinin çok kötü ko­şullarda olduğu öğrenildi. Florence Nightingale'in yakın dostu Savaş Bakanı Sidney Her­bert, ondan Üsküdar'daki Selimiye Kışlası'n-da bulunan hastanede görev yapacak bir ka­dın hastabakıcılar grubu oluşturmasını istedi. 21 Ekim'de Nightingale gönüllü 38 kadınla birlikte İngiltere'den yola çıktı. Üsküdar'a geldiklerinde hastanenin bakımsız olduğuna ve insanların savaşta aldıkları yaralardan çok.
sıtma ve bulaşıcı hastalıklardan öldüğüne ta­nık oldular. Nightingale, sabırlı ve yoğun bir çalışmayla yiyecek, giyecek, çarşaf, sargı bezi ve araç gereç gibi eksikleri gidererek, hasta­nede bakımın düzenli ve sağlığa uygun olarak yapılmasını sağladı. Çabalarının sonucunda hastanede ölüm oranı yüzde 42'den yüzde 2'ye inmişti.
Artık Nightingale bir ulusal kahramandı. 45 bin sterlin tutarındaki bir bağışla 1860'ta Londra'daki St. Thomas Hastanesi'nde Nigh­tingale Hemşirelik Okulu'nu hizmete açtı. Böylece, hemşirelik bir meslek olarak kabul edilmiş oldu ve hemşire yetiştirmede çağdaş yöntemler uygulanmaya başlandı Aynı yıl hemşirelik konusunda yazdığı Notes on Nursing ("Hemşirelik Üzerine Not­lar") yayımlandı. Hemşireliğin temel kitabı sayılan bu notlar birçok dile çevrildi.
Gittikçe bozulan sağlığı Nightingale'i hem­şirelikten alıkoysa da, Hindistan'daki İngiliz askerlerinin sağlık sorunlarıyla ilgilenmekten geri kalmıyor, sağlık örgütlerinin geliştiril­mesi konusunda önerilerde bulunuyor, bölge­sel hemşirelik hizmetlerini destekliyordu. 1907'de, o zamana kadar hiçbir kadına veril­memiş olan liyakat nişanıyla ödüllendirildi.
Günümüzde Florence Nightingale'in do­ğum günü olan 12 Mayıs'ı izleyen hafta tüm dünyada hemşirelik haftası olarak kabul edil­miştir. Ülkemizde de onun adını taşıyan bir hemşire okulu bulunmaktadır.

James Holman (James Holman Kimdir? - James Holman Hakkında) Bir başına, türlü badireler atlatarak dünyayı dolaştı. Gitmediği ülke neredeyse kalmadı.
19. yüzyılın başında dünyanın en çok seyahat etmiş insanı kabul ediliyor, yazdığı kitaplar peynir ekmek gibi satıyordu. Üstelik gözleri görmüyordu. Bu, tüm zamanların en büyük seyyahlarından birinin portresi, ki yazar Jason Roberts onun hakkında bir biyografi kaleme almasaydı, bugün tamamen unutulmuş olacaktı.

Eylülün son günleri Yıl 1823. Sibirya'nın İrkutsk kentinde dolaşan alışılmadık tipler arasında belki de hepsinden tuhaf birisi dikkati çekiyor; James Holman. Kraliyet Donanması teğmeni. Küçük, yaysız ve üstü açık, povozka denilen tipik Rus faytonunun mindersiz ahşap bankına kurulu vaziyette, 15.000 nüfuslu kente batıdan ulaşmış. Şoför mahallinde kir pas içindeki kaft anına bürünmüş bir Tatar oturuyor.

Tatarın feci hâlde iltihaplanmış bir gözü bantla kapalı. James Holman'ın durumu da matah sayılmaz. Arabacıyla beraber, Moskova'dan buraya 4.500 kilometrelik yol tepmiştir. Aylar süren bir yolculuk: Üstü açık bir faytonla, kimsenin yardımı olmaksızın, birbirleriyle ya da yolda rastladıklarıyla konuşamadan...

Ne Holman ne de Tatar Rusça bilmektedir. Böylesi bir seyahatin güçlüğünü bugün hayal etmek bile güç. Moskova'nın ötesine geçildiğinde yerleşim yerlerinin arası iyiden iyiye açılır. Yollar, vasıtanın düz dahi ilerleyemediği ve tümsekler nedeniyle yerden tekerleklerin kesildiği dar patikalardan ibarettir. Holman sonradan, darbelerin etkisiyle beyninin neredeyse patlayacağını yazacaktır. Ancak o acılara idmanlıdır. Gençliğinden beri romatizmadan mustariptir ve yürümekte güçlük çeker. Daha da önemlisi kördür.

 Cvp: Tarihten 10 önemli şahsiyetin biyografisini bulabilir miyim?

--------------------------------------------------------------------------------






(1771-1858). İngiltere'de kooperatifçilik hareketinin ve ütopyacı sosya­lizmin öncüsü olan Robert Owen, Galler'de Newtown'da bir köylü ailesinin oğlu olarak doğdu. 10 yaşında bir pamuklu dokuma fabri­kasında çırak olarak çalışmaya başladı. Boş zamanlarım okuyarak geçiren Owen, 19 ya­şında Manchester'da bir dokuma fabrikasının ortağı ve yöneticisi oldu. 1799'da da ortakla­rıyla birlikte New Lanark fabrikalarını satın aldı.
İngiltere'de 19. yüzyıl, kapitalizmin hızla geliştiği, üretimde makine kullanımının arttı­ğı, kırdan kente göçlerin büyük boyutlara vardığı bir dönemdi. Ayrıca, bu dönemde öbür işçilerin yanı sıra kadın ve çocuklar da kötü koşullarda çok uzun saatler boyunca çalıştırılıyor, toplumda işsizlik ve yoksulluk gittikçe büyüyordu.
Owen New Lanark'taki fabrikaları yönet­meye başladığında, burada yaşayan 2.000 kişinin 500'ü düşkünlerevinden toplanan yok­sul çocuklardı. Eğitim eksikliği, kötü beslen­me ve barınma koşulları ile sağlık hizmetleri­nin yokluğu çocuklar ve gençler arasında suç ve kötü alışkanlıkların yayılmasına yol açmış­tı. Owen işçi evlerini onardı ve çalışma saatlerini kısaltarak işçilerin yaşam koşulları­nı düzeltmek, çocukları ve gençleri eğitmek için çaba harcadı. 1813'te ortaklarıyla, işçiler için yaptığı harcamalar konusunda anlaşmaz­lığa düşen Owen, yeni ortaklar bularak fabri­kaları yönetmeyi sürdürdü. 1816'da kendi denetimindeki New Lanark fabrikasında in­giltere'nin ilk anaokulunu açtı. New Lanark birçok kişinin ziyaret ettiği ve buradaki koşul­ları incelediği bir yer oldu. Gelenler, işçiler ile çocukların huzurlu ve sağlıklı bir yaşam sür­mesinin yanı sıra, şirketin ticari olarak başarı­lı olduğunu da görüyorlardı.
Owen, yazdığı makale ve raporlarda eği­tim, sanayi ve toplum örgütlenmesine ilişkin görüşlerini açıkladı. İnsan kişiliğinin içinde yaşadığı ortam tarafından belirlendiğini, uy­gun koşullar yaratılırsa istenen toplumsal ve ahlaksal düzeye ulaşılabileceğini ileri sürdü. Eğitimsiz, yoksul insanların suç işlemeleri doğrudan bulundukları ortamın sonucuydu. Owen'a göre, New Lanark deneyimi tüm sanayide uygulanırsa suçluluk ve yoksulluk önlenebilirdi. Çalışma yaşamıyla ilgili olarak hazırladığı reform tasarısında, 18 yaşından küçük çocukların çalışma saatlerinin sınırlan­dırılmasını, 10 yaşından küçüklerin çalışması­nın yasaklanmasını ve fabrikaları denetlemek üzere müfettişler atanmasını önerdi. Yöneti­min işsizliği azaltacak önlemler almasını is­tedi.





Kooperatif köyler oluşturma tasarısında ortak yaşama koşullarını ortaya koyan Owen, 1.200 kişilik topluluklar kurulmasını önerdi. Bu toplulukta mutfak ve yemek odası ortak olacak, her ailenin kendi dairesi bulunacaktı. Çocuklar üç yaşına kadar ailelerinin sorumlu­luğunda kalacaklar, daha sonra topluluk tara­fından yetiştirileceklerdi. Üretim ve tüketim de topluluk üyelerince ortaklaşa gerçekleştiri­lecekti. Sınıfların işbirliğini, rekabet yerine yardımlaşmayı öneren Owen'in toplumsal re­formlara ilişkin düşünceleri önceleri birçok kişi tarafından benimsenmişken, din ve aileye karşı çıkınca devlet adamlarının ve başka işverenlerin tepkisini çekti.
1825'te ABD'de, Indiana'da toprak satın alarak, Yeni Uyum (New Harmony) adlı yeni bir topluluk oluşturdu. Ama çıkan anlaşmaz­lıklar nedeniyle bu deney başarılı olamadı. 1828'de topluluktan ayrıldığında servetinin büyük bölümünü yitirmişti.
İngiltere'de ve ABD'de Owen'dan esinle­nen benzer topluluklar oluşturuldu. 1820-30 arasında Owen'in düşüncelerini savunan der­nekler kuruldu, çeşitli dergiler yayımlandı. İngiltere'de 1824'te yasallaşan sendikacılık hareketi de Owen'den etkilendi . Owen'in topluluklar kurma düşüncesi genç işçiler arasında gittikçe yaygınlaştı ve benimsendi.
1829'da ABD'den dönen Owen, ülkesinde sendikal hareketin önderi olarak karşılandı. 1834'te, Owen'in başkanlık ettiği bir kongrey­le, ayrı ayrı kurulmuş birçok sendika Büyük Ulusal Birleşik İşçi Sendikası'nda birleşti. Kısa sürede üye sayısı 500 bini bulan sendika, işverenlerin ve yönetimin baskısıyla dağıldı. Başarılı ilk tüketim kooperatifi sayılan Roch­dale Eşitlikçi Öncüler Derneği ya da kısaca Rochdale Öncüleri de Owen'in düşüncelerin­den etkilenerek 1844'te kurulmuştur.
Değerin gerçek yaratıcısının emek olduğu­nu ileri süren, özel mülkiyete, ailenin ve dinin var olan biçimine karşı çıkarak toplumsal değişmeyi savunan Owen, İngiltere'de sendi­kal hareketin, kooperatifçiliğin ve sosyalist akımın gelişmesine önemli katkılarda bulun­muştur.


Piri Reis (?-1554)

Osmanlı, denizci. Dünya haritaları ve Denizcilik kitabıyla tanınmıştır.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 1465-1470 arasında Gelibolu'da doğdu. Kahire'de öldü. Asıl adı Muhiddin Pirî'dir. Karamanlı Hacı Ali Mehmed'in oğlu ve ünlü Osmanlı denizcisi Kemal Reis'in yeğenidir. Akdeniz de korsanlık yapmakta olan amcasının yanında yaklaşık 1481'den sonra denize açıldı. 1487'de onunla birlikte İspanya'daki Müslümanlar'ın yardımına gitti. 1491-1493 arasında Sicilya, Sardunya, Korsika adalarına ve güney Fransa kıyılarına yapılan akınlara katıldı. Amcasıyla birlikte Osmanlı Devleti'nin hizmetine girerek 1499-1502 Osmanlı-Venedik Savaşı'nda bir savaş gemisinde kaptanlık yaptı. 1511'de amcasının ölümü üzerine Gelibolu'ya çekilerek Kitab-ı Bahriye (Denizcilik Kitabı) üzerinde çalıştı ve 1513'te bir dünya haritası çizdi.
1516 Mısır seferinde Osmanlı donanmasında kaptan olarak savaştı. 1517'de ilk çizdiği haritayı I. Selim'e (Yavuz) sundu. 1521'de Kitab-ı Bahriye'yi tamamladıktan sonra 1522'de Rodos seferine katıldı.1524'te sadrazam Makbul İbrahim Paşa'yı Mısır'a götüren gemiye kılavuzluk etti. Sadrazamın ilgilenmesi üzerine 1525'te Kitab-ı Bahriye'yi yeniden düzenleyerek onun aracılığıyla I. Süleyman'a (Kanuni) sundu 1528'de çizdiği ikinci haritasını da padişaha armağan etti. 1528'den sonra güney denizlerinde görev yaptı. Portekizlilerin Aden'i alması üzerine Süveyş'teki Osmanlı donanmasına kaptan atanarak 26 Şubat 1548'de Aden'i geri aldı. 1552'de önemli bir Portekiz üssü olan Maskat'ı ve ardından Kişm Adası'nı alarak Hürmüz Kalesi'ni kuşattı. Portekizliler'in Basra Körfezi'ni kapatmak istediklerini duyarak kuzeye yöneldi. Katar Yarımadası'na, Bahreyn Adası'na egemen olarak Mısır'a geçti. Donanmayı Basra Körfezi'nde bıraktığı için sefer sırasında kendisinden yardımını esirgeyen Basra Valisi Kubâd Paşa'nın da girişimleriyle suçlu görülerek idam edildi.
Büyük bir denizci olduğu kadar büyük bir haritacı olan Pirî Reis, korsanlık günlerinden başlayarak gezip gördüğü yerleri yabancı kaynaklardan da yararlanarak tarihi ve coğrafi özellikleriyle birlikte kitabında anlatmış ve haritalarını çizmiştir. Kitab-ı Bahriye'nin nazımla yazılan ve denizcilikle ilgili tüm bilgilerin toplandığı başlangıç bölümünde, genel açıklamalardan sonra Ege ve Akdeniz adaları tanıtılarak denizle ilgili gözlem ve deneyim önemi vurgulanır. Fırtına, rüzgâr çeşitleri, pusula ve haritanın tanımından sonra dünyayı kaplayan denizler ve karaların oranı belirtilir. Portekizliler'in denizcilikteki ilerlemeleri ve keşifleri, Çin Denizi, Hint Okyanusu, Akdeniz ve Ege Denizi'ndeki rüzgârlar, Basra Körfezi, Atlas Okyanusu ayrıntılı biçimde anlatılır.
Düz yazı ile anlatımın başladığı haritalı bölüm asıl metni oluşturur. Bu bölümde Çanakkale Boğazı'ndan başlayarak Ege Denizi kıyı ve adaları, Adriyatik denizi kıyıları, Batı İtalya, Güney Fransa, Doğu İspanya kıyılarıyla çevresindeki adalara ilişkin tarihi, coğrafi bilgiler verilerek kuzey Afrika kıyıları, Filistin, Suriye, Kıbrıs ve Anadolu kıyıları izlenerek Marmaris'te tüm Akdeniz'in havzası noktalanır.
1513'te çizdiği ilk haritasında Kristof Kolomb'un 1498'de çizdiği Amerika haritasından, Portekiz ve Arap haritalarından yararlandığını belirtir. Elde kalan parçası Avrupa ve Afrika'nın batı kıyılarıyla Atlas Okyanusunu, Antil Adalarını, orta ve Güney Amerika'yı gösterir. 1528'de çizdiği ikinci haritasından günümüze kalan parça, büyük bir dünya haritasının kuzey batı köşesi olup Atlas Okyanusu'nun kuzeyini, kuzey ve orta Amerika'nın yeni keşfedilmiş kıyılarını ve Grönland'dan Florida'ya uzanan kıyı şeridini içerir. Adalar ve kıyılar son keşiflere dayalı olarak daha doğru çizilidir. Keşfedilmeyen yerler ise beyaz bırakılarak, bilinmediği için çizilmediği belirtilir. İlk haritadan daha büyük ölçekli ve gelişkin olan ikincisi, teknik olarak döneminin en ileri örneğidir.

BaşlıcaYapıtları:
Kitab-ı Bahriye, (ö.s.), 1935, (Yeni harflerle, Denizcilik Kitabı, 2 kitap, Y. Senemoğlu (haz), ty.) 
   
Leonardo da Vinci


Leonardo da Vinci portresi


Doğumu 15 Nisan 1452 İtalya / Floransa
Ölümü 2 Mayıs 1519 İtalya / Amboise
İtalyan Rönesans mimarı, müzisyen, anatomist, mucit, mühendis, heykeltraş, geometrisyen ve ressamdır.
En önemli yapıtları Mona Lisa (1503 - 1507) ve Son Yemek’tir (1495 - 1497).
Rönesans sanatını doruğuna ulaştırmış, yalnız sanat yapıtlarıyla değil çok çeşitli alanlardaki araştırmaları ve buluşlarıyla da tanınan, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biridir.
Hayatı
Leonardo, genç bir noter olan Ser Piero da Vinci'nin ve muhtemelen bir çiftçi kızı olan Caterina'nın evlilik dışı çocuğu olarak İtalya'da, Floransa kentine bağlı Vinci kasabası yakınlarındaki Anchiano'da dünyaya geldi.
Leonardo Avrupa'daki modern isimlendirme kurallarının oluşmasından önce dünyaya gelmişti; bu yüzden tam ismi, "Vincili Piero'nun oğlu Leonardo" manasına gelen "Leonardo di Ser Piero da Vinci"dir. Leonardo eserlerini ya "Leonardo" ya da "Io, Leonardo (Ben, Leonardo)" olarak imzalamıştır.
Her ne kadar somut kanıtlar bulunmasa da, Leonardo’nun annesi Caterina'nın Piero'ya ait olan Ortadoğulu bir köle olduğu tahmin ediliyor. Leonardo’nun doğduğu yıl, babası Albiera adındaki ilk eşi ile evlendi, Caterina ile ise hiç bir zaman evlenmedi.
Leonardo’ya bebekliğinde annesi baktı, ancak birkaç yıl sonra annesi başka biriyle evlendirilerek komşu kasabaya yerleşince Leonardo, babasının da nadiren uğradığı büyükbabasının evinde yaşamaya başladı, arada sırada Floransa’ya babasının evine giderdi. Babasının ilk eşinden çocuğu olmadığı için aileye kabul edilebilmişti ama hiç bir zaman meşru bir çocuk olarak görülmedi ve amcası Francesco dışında ailesindeki kimseden sevgi görmedi.
14 yaşına kadar Vinci’de yaşayan Leonardo, büyükanne ve büyükbabasının ardı ardına ölmesi üzerine 1466’da babası ile birlikte Floransa’ya gitti. Evlilik dışı çocukların üniversiteye gitmesi yasak olduğundan üniversite öğrenimi görme şansı yoktu. Küçük yaştan itibaren çok güzel çizimler yapan Leonardo’nun resimlerini babası, dönemin ünlü ressam ve heykeltraşı Andrea del Verrocchio'ya gösterince, Verrochio kendisini çırak olarak yanına aldı. Leonardo onun yanında Lorenzo di CrediPietro Perugino gibi ünlü sanatçılarla çalışma fırsatı buldu. Atölyede sadece resim yapmayı değil, lir çalmayı da öğrendi. Büyük ihtimalle eşcinsellikle de bu atölyede tanıştı. 1476’da oğlancılıkla suçlandığında yargılandı ve suçsuz bulundu. İdam korkusu ve utançla tanıştı.
Floransa’yı 1482’de terkederek Milano Dükü Sforza’nın hizmetine girdi. Dükün hizmetine girebilmek için köprüler, silahlar, gemiler, bronz,mermer ve kilden heykeller yapabileceğini anlattığı ancak göndermediği mektup bütün zamanların en olağanüstü iş başvurusu sayılır.
Leonardo, 1499’da şehir Fransızlar tarafından alınıncaya kadar 17 yıl boyunca Milano Dükü için çalıştı. Dük için sadece resim ve heykeller yapmak, festivaller organize etmekle uğraşmadı; aynı zamanda binalar, makineler ve silahlar geliştirdi. 1485 - 1490 yıllarında doğa, mekanik, geometri, uçan makineler, kiliseden kale ve kanal yapımına kadar her türlü mimari ile ilgilendi; anatomi çalışmaları yaptı; öğrenciler yetiştirdi. İlgi alanı o kadar genişti ki başladığı çoğu işi bitiremiyordu. 1490 - 1495 yıllarında çalışmalarını ve çizimlerini deftere kaydetme alışkanlığı geliştirdi. Bu çizimler ve defter sayfaları, müzeler ve kişisel koleksiyonlarda toplanmıştır. Bu koleksiyonculardan birisi de Leonardo’nun hidrolik alanındaki çalışmalarının el yazmalarını toplayan Bill Gates’dir.
1499’da Milano şehrinin Fransızlarca alınmasından sonra şehri terkeden ve yeni bir koruyucu aramaya başlayan Leonardo, 16 yıl boyunca İtalya’da seyahat etti. Pek çok kişi için çalıştı, çoğu eserini yarım bıraktı.
İnsanlık tarihinin en iyi resimlerinden birisi kabul edilen Mona Lisa için 1503’te çalışmaya başladığı söylenir. Bu resmi tamamladıktan sonra hiç yanından ayırmamış, tüm seyahatlerinde yanında taşımıştı. 1504’te babasının ölüm haberi üzerine Floransa’ya döndü. Miras hakkı için kardeşleri ile mücadele verdi ancak çabası sonuçsuz kaldı. Ancak çok sevdiği amcası tüm varlığını ona bıraktı.
1506 yılında Leonardo, bir Lombardiya aristokratının 15 yaşındaki oğlu olan Kont Francesco Melzi'yle tanıştı. Melzi, hayatının geri kalanında onun en iyi öğrencisi ve en yakını oldu. 1490’da 10 yaşında iken korumasına aldığı ve Salai adını verdiği genç de 30 yıl boyunca onunla beraber olmuş, ancak öğrencisi olarak bilinen bu genç hiç bir sanatsal ürün üretmemişti. Leonardo, sevgilisi oldukları da sık sık iddia edilen bu iki dostla İtalya’yı birlikte dolaşmıştı.
1513 - 1516 arasında Roma’da yaşadı ve Papa için geliştirilen çeşitli projelerde yer aldı. Anatomi ve fizyoloji alanında çalışmaya devam etti ancak Papa, kadavralar üzerinde çalışmasını yasakladı.



Leonardo da Vinci’nin ölümü


1516’da koruyucusu Giuliano de' Medici’nin ölümü üzerine Kral 1. Francis’den Fransa’nın baş ressam, mühendis ve mimarı olmak üzere davet aldı. Paris’in güneybatısında, Amboise yakınlarındaki Kraliyet Sarayı’nın hemen yanında kendisi için hazırlanan konağa yerleşti. Ona büyük hayranlık duyan kral, kendisini sık sık ziyaret gelir ve sohbet ederdi.
Sağ koluna felç inen Leonardo da Vinci, resimden çok bilimsel çalışmalara ağırlık verdi. Kendisine dostu Melzi yardımcı olmaktaydı. Salai ise Fransa’ya geldikten sonra onu terketmişti.
Leonardo 2 Mayıs 1519’da Amboise’daki evinde 67 yaşında öldü. Kralın kollarında can verdiği rivayet edilir ancak 1 Mayıs günü kralın bir başka şehirde olduğu ve 1 gün içinde oraya gelemeyeceği bilinmektedir. Vasiyetinde mirasının esas bölümünü Melzi’ye bıraktı. Amboise'daki Saint Florentin Kilisesi’nde toprağa verildi.
Eserleri
Sanat
Floransa Dönemi

Leonardo’nun ilk resmi


Leonardo da Vinci’nin 1466-1472 yılları arasında bilinen hiç bir eseri yoktur. Bu çıraklık döneminde atölyede boyaları karıştırdı, resimlerin küçük bazı bölümlerini boyadı. 1472’de Floransa'da bağımsız bir ressam oldu. Ancak ustasının atölyesinden ayrılmadı.
Leonardo da Vinci’nin bilinen ilk resmi 5 Ağustos 1472 tarihli "Arno Vadisi" resmidir. Leonardo’nun dehasını yansıtan bu resimde derinlik arttıkça detaylar azalır, kağıdın rengi resme hakim olur. Bu teknik daha sonra yokoluş perspektifi olarak adlandırılmıştır.
Leonardo, 1471-1475 yılları arasında Andrea del Verrocchio'’ya "İsa’nın Vaftizi" adlı tablosunda yardım etti. Resmin ana unsurlarını Verrochio zaten çizmişti. Leonardo, diz çökmüş bir melek ile İsa’nın vücüdunu resmetti. Melek, Verrochio’nın çizdiği figürlerden çok daha başarılıydı. Bunu gören Verrochio’nun fırçalarına bir daha asla elini sürmediği söylenir. Gerçekten de bu tablo, Verrochio’nun bilinen son tablosudur.
Leonardo'nun1476-1478 döneminde kendi atölyesini açtığı sanılmaktadır ve bu dönemde sipariş üzerine yaptığı en az iki resim vardır.
1. Floransa döneminde çizdiği en önemli tablolardan birisi de "Aziz Jerom"'dur. Tamamlamış olsa Mona Lisa kalitesinde olacağı tahmin edilen bu tablo, günümüzde Vatikan’dadır.
Leonardo 1481-1482 arasında aldığı bir sipariş üzerine "Müneccim Kralların Tapınması" adlı tablo üzerinde çalıştı ancak 1482’de Milano Dükü’nün hizmetine girince dev tabloyu yarım bırakarak Milano’ya gitti.

Milano Dönemi

Erminli (Kakım) Kadın Tablosu


Milano dönemi başında yaptığı resimlerin en önemlisi "Kayalıkların Bakiresi"dir. İki versiyonu bulunan bu eserin birisi Louvre Müzesi’nde, diğer Londra Ulusal Galerisi’nde yer alır.
Kayalıklar Bakiresi’nin yarattığı ilgi üzerine ısmarlanan "Erminli Kadın", günümüze kalan az sayıdaki resminden birisidir. Polonya’daki Çartorist (Czartorisky) Müzesi’ndedir.
1490'da Sforza'nın düzenlediği festival için yaptığı “Gezegenlerin Dansı” adlı müzikli oyun, İtalya çapında ünlenmesini sağladı.
1495- 1497 arasında en önemli eserlerinden birisi olan Son Yemek üzerinde çalışmıştır. "Son Yemek", Milano’da bir manastır yemekhanesinin duvarında yer alan duvar resmidir. Maalesef, bu büyük eseri yaparken denediği karışım başarılı olmamış, eser daha 1500’lü yıllarda bozulmuştur.
Leonardo, Milano döneminde matematikle de uğraştı ve İtalyan matematikçi Luca Pacioli’ye "Altın Oran Üzerine" adlı yapıtını yazmada yardım etti.
En çok vaktini alan çalışma, dükün babası onuruna yapması istenen "Bronz At Heykeli" idi. Dünyanın en büyük at heykeli olması planlanan bu eser için Leonordo uzun süre atların anomsini inceledi. 1483’te başlayan çalışmaları sonunda 1493’te dev kil modeli hazırladı. Bronz heykel için tonlarca bronza ihtiyaç vardı. Bronzun hazırlanmasını beklerken Son Yemek üzerinde çalıştı. Heykel için gereken bronz, Sforza tarafından silah yapımında kullanıldığından bronz heykel hiç bir zaman yapılamadı. Fransızların Milano’yu işgalinden sonra kilden yapılmış olan heykel ise askerlerin hedef tahtası olarak parçalandı.
Göçebe Dönemi
Leonardo, Milano’yu terkettikten sonra Mantova’da dönemin ressamlarının eserlerini toplamaya meraklı Isabella d'Este’nin bir portresi üzerinde çalışmaya başladı ancak 1501’de Venedik’e gidince Isabella d'Este’nin tüm ısrarlarına ve mektuplarına rağmen eseri tamamlamadı. Venedik’te Osmanlılar’a karşı kullanılmak üzere çeşitli projeler(Isonzo Vadisi’nde hareketli bir bent kurmak, Osmanlı gemilerinin altını delmek için dalgıç kullanmak gibi) geliştirdi ancak hiçbiri uygulanmayınca Floransa’ya geçti.
Bir manastır için Meryem ve Çocuk İsa Azize Anna İle Birlikte adıyla bilinen ve Londra’daki Ulusal Galeri’de bulunan taslağı hazırladıysa da Cesare Borgia’dan aldığı mühedislik teklifi üzerine bu eseri de yarım bıraktı.
Leonardo, Papa 6. Alexander’ın oğlu Cesare Borgia hizmetinde askeri mühendis olarak çalıştı, haritalar çizdi.
Cesare’dan ayrıldığı sırada II.Beyazit’a Haliç üstüne bir köprü, yeldeğirmeni inşaatı gibi projelerinden bahseden bir mektup yazdığı bilinir.
Floransa’ya döndüğünde Pisa ve Floransa arasında savaş vardı. Floransa’dan Pisa’ya akan Arno Irmağı’nın yatağını değiştirerek şehri susuz bırakmayı planladı ama bu plan başarısız oldu.
Arno Nehri yatağı üzerindeki çalışmalardan sonra Anghiarai Savaşı adlı duvar resmi üzerinde çalıştı. 1440’ta Floransa’nın Milano’ya karşı kazandığı zaferi konu alan bu resim üzerinde çalışırken karşı duvarda da Cascina Savaşı adlı resim için Mikelanj çalışıyordu. İki sanatçı arasındaki çekişme “Savaşların Savaşı” halini aldı. Eser henüz tamamlanmadan Fransa Kralı tarafından Milano’ya çağrılan Leonardo, bir süre iki şehir arasında mekik dokuduysa da sonunda resmi yarım bırakmak zorumda kaldı (Rakibi Mikelanj da Roma’ya çağrıldığı için kendi resmini yarım bırakmak zorunda kaldı.)
Milano’da saray mensupları için dekoratör gibi çalıştı, saray eğlencelerini düzenledi.Zamanla anatomi çalışmalarına döndü. Resme yeniden ilgi duymaya başladı ve Mona Lisa’yı yapmaya başladı. Bu resmi ömrü boyunca yanından ayırmadı ve tüm yolculuklarında beraberinde taşıdı.
1513’te gittiği Roma’da ihtiyar bir bilge olarak saygı görmesine rağmen Rafael ve Mikelanj’ın aksine Medici ailesinden fazla sipariş almadı. Ancak Mikelanj’ın Davut (David) adlı eserinin yerinin belirlenmesi için kurulan komisyonda yer aldı ve Mikelanj’ın isteğine aykırı olarak Floransa’daki Palazzo Vecchio önüne yerleştirilmesinde etkili oldu. 1515 yılında Fransızlar’ın Milano’yu yenmesinden sonra Guiliano de Medici kendisinden barış görüşmelerinde Fransa Kralı’na sunulmak üzere mekanik bir aslan yapma görevi verdi. Yaptığı aslan (Floransa’nın simgesi), birkaç adım yürüdükten sonra kalbinden bir zambak (Fransa’nın simgesi) çıkarıyordu. Genç kral, kendisine hayran kaldı. Guiliano de Medici bir yıl sonra ölünce, Fransa Kralı Leonardo’yu çağırtmıştı. Son yıllarını Fransa’da geçirdi.
Bilim ve Mühendislik


Vitruvian Adamı, Leonardo'nun insan vücudunun oranları hakkındaki çalışması


Leonardo'nun bilim ve mühendislik alanındaki çalışmaları en az onun sanatsal çalışmaları kadar etkileyici ve yenilikçidir; 13.000 sayfadan oluşan defterlerinde yeralan notlar ve çizimler sanat ve bilimi kaynaştırmaktadır. Leonardo bu notları, etrafındaki dünyayı sürekli gözleyerek, Avrupa'da yaptığı seyahatler sırasında yazmıştır. Leonardo solaktı, ve tüm yazılarını ancak ayna ile bakılınca okunabilecek şekilde yazardı.
Leonardo'nun bilime bakış açısı gözlemseldi: bir bilinmezliği anlamak için onu en küçük detayına kadar tarif ve tasvir ederdi, teoriye ve deneylere önem vermezdi. Latince ve matematik konusunda eğitim almamış olması sebebiyle, çağdaş akademisyenler onun bilimsel çalışmalarını gözardı ettiler (oysaki Leonardo Latince'yi kendi kendine öğrenmişti).
Anatomi
Leonardo insan anatomisi konusundaki çalışmalarına Andrea del Verrocchio'nun yanında çıraklık yaparken başladı; çünkü Verrochio tüm öğrencilerini anatomi öğrenmeleri konusunda teşvik ederdi. Sanat alanında başarı kazanmaya başlayınca, Floransa'daki Santa Maria Nuova Hastanesi'nde kadavralar üzerinde inceleme yapmasına izin verildi. Daha sonra Milano'daki Maggiore Hastanesi'nde ve Roma'daki Santo Spirito Hastanesi'nde de kadavralar üzerinde çalışmalar yaptı. 1510-1511 yıllarında doktor Marcantonio della Torre ile birlikte çalıştı. 30 yılda, farklı yaşlarda 30 adet kadın ve erkek kadavrası inceledi. Marcantonio ile birlikte anatomi konusunda teorik bir çalışma yayınlamak üzere çalışmalar yaptılar, ve 200'ün üzerinde çizim hazırladılar. Ancak bu çizimler Leonardo'nun ölümünden sonra, 1580'de "Resim Üzerine Tezler" adı altında yayınlandı.
Leonardo birçok insan iskeleti çizimi yaptı, ve omurganın çift-s formunu ilk tanımlayan kişi oldu. Pelvis ve kuyruk sokumu hakkında incelemeler yaptı, ve kuyruk sokumunun 5 farklı kemikten oluştuğunu belirledi. İnsan kafatasını ve beynin kesitlerini mükemmel şekilde tariflemeyi başardı. Ciğerlerin, idrar kesesinin, cinsel organların ve hatta cinsel birleşmenin yapılarını gösteren oldukça fazla sayıda çizim yaptı. "Hamilelik mucizesiéni anlamak amacıyla fetusun anne karnındaki pozisyonu hakkında çizimler yapan ilk birkaç kişiden biridir. İnsan anatomisine ek olarak, çeşitli hayvanların anatomisi hakkında da çizimleri bulunmaktadır.
Leonardo sadece insan vücudunun yapısıyla değil, aynı zamanda fonksiyonuyla da ilgileniyordu, bu yüzden anatominin yanısıra aynı zamanda fizyoloji konusunda da çalışmalar yaptı. Fizyolojik deformasyonu olan kişilerle ilgili de çizimleri bulunmaktadır.
Anatomi alanındaki çalışmaları, yazılı tarihteki ilk robot tasarımınına öncülük etti. "Leonardo'non robotu" adı verilen tasarım büyük olasılıkla 1495 yılında yapıldı ama ancak 1950'lerde farkedildi. Kan dolaşımı hakkında bilgisi olmamasına rağmen, robota eklediği kalp vanaları sayesinde kanın tüketilmek üzere kaslara pompalanmasını sağladı. Leonardo'nun yaptığı bir çizim, 2005 yılında bir İngiliz kalp cerrahına hasar görmüş kalpleri tedavi etmek yolunda yepyeni bir yol keşfetmesi için ilham verdi.
Buluşlar ve Mühendislik
Uçma konusuna duyduğu müthiş ilgi sebebiyle, Leonardo kuşların uçması hakkında detaylı çalışmalar yaptı ve aralarında 4 kişi tarafından çalıştırılabilen bir helikopter ve hafif bir hang glider da bulunan çok çeşitli uçan makineler tasarladı.



Leonardo tarafından tasarlanan ve Château d'Amboise'da bulunan zırhlı bir tank


1502 yılında Leonardo da Vinci, Sultan II. Beyazıt için, Haliç'in girişine inşa edilmek üzere 240 metre uzunluğunda bir köprü tasarımı yaptı. Bu köprü inşa edilmedi, ama 2001 yılında Norveç'te Vebjørn Sand Da Vinci Projesi kapsamında, bu tasarımı temel alan daha küçük bir köprü yapılarak Leonardo'nun vizyonu hayata geçirildi.
Her ne kadar savaşı insan faaliyetlerinin en kötüsü olarak nitelese de, Leonardo'nun defterlerinde askeri mühendislik alanında da çalışmalar bulunmaktadır; bunların arasında makineli tüfekler, zırhlı tank, bombalar, paraşütler gibi tasarımlar yer almaktadır. Diğer buluşları arasında bir denizaltı, dişliler kullanılarak yapılmış ilk mekanik hesap makinesi, ve yaylı bir mekanizmayla çalışan bir araba da bulumaktadır. Vatikan'da bulunduğu yıllarda güneş enerjisini kullanmak için, içbükey aynalar yardımıyla suyu ısıtacak bir tasarım yapmıştır. Her ne kadar Leonardo'nun tasarımlarının çoğu yaşadığı dönemde hayata geçirilememiş olsa da, IBM'in desteğiyle birçoğunun modelleri yapılmıştır ve Amboise'deki Château du Clos Lucé'de bulunan Leonardo da Vinci Müzesi'nde sergilenmektedir.

Leonardo'nun Defterleri
Leonardo'nun defterleri temel olarak 4 farklı konuda yazılmıştır: mimari, mekanik, resim ve insan anatomisi. Bu defterler, farklı boy ve tipte birbirinden bağımsız kağıtlardan oluşmaktadır ve ölümünden sonra dağılmış olmalarına rağmen, günümüzde Louvre, Biblioteca Nacional de España, Milano'daki Biblioteca Ambrosiana, ve British Library gibi büyük kolleksiyonlarda bulunmaktadır. British Library'de bulunan defterlerin bir kısmı internette adresinde incelenebilir. Codex Leicester adı verilen defter, Leonardo'nun özel bir kolleksiyonda bulunan tek büyük bilimsel çalışmasıdır, ve şu anda Bill Gates'e aittir.
Ocak 2005'te, Floransa'daki Basilica della Santissima Annunziata di Firenze'nin yanında bulunan bir manastırın gizli odalarından birinde, Leonardo'nun uçuş ve diğer bilimsel konulardaki çalışmalarını yaptığı bir laboratuvar bulunmuştur.


Louis PASTEUR (1822–1895)
MsXLabs.org & Temel Britannica





Fransız bilim adamı Louis Pasteur Jura bölgesinde, İsviçre sınırına yakın küçük bir kasabada doğdu. Genç yaşta kimyaya ilgi duyarak, Paris'te öğrenimini tamamladıktan sonra fen bilimleri alanında doktora yaptı. 1848'de, ışığı değişik yönlerde polaran iki tür tartarik asit bulundu­ğunu kanıtlayarak yepyeni bir madde grubu­nun varlığını ortaya koydu. Bu buluşuyla bilim çevrelerinde adını duyuran Pasteur, 1854'te Fransa'nın kuzeyindeki Lüle Üniver­sitesi Fen Fakültesi'nin dekanlığına atandı.
Lille'de pek çok şarap ve damıtık içki fabrikası vardı. Böylece, bira ve şarap gibi içkilerin nasıl olup da buruklaştığını inceleme fırsatı bulan Pasteur sonunda mayalanma olayıyla ilgilenmeye başladı (bak. Mayalanma). O çağda, başta yiyecek ve içecekler olmak üzere bütün organik maddelerde deği­şikliklere yol açan mayalanma, acılaşma, çü­rüme, kokuşma ve benzeri olayların doğru­dan doğruya kimyasal yapı değişikliklerinden kaynaklandığına inanılıyordu. Pasteur bütün bu olayların mikroplardan, yani havada, suda ve toprakta yaşayan minicik canlılardan (mik­roorganizmalardan) ileri geldiğini kanıtladı (bak. Mikroplar). Oysa o güne kadar bilim adamları bu küçük canlıları mayalanma ve kokuşmanın nedeni değil sonucu olarak görüyorlardı. Kısacası, önceden var olmayan bir­takım mikropların bu olaylar sonucunda birdenbire ortaya çıktığına inanıyorlardı. Bu da hiç yoktan yeni bir canlının türemesi demekti. Yüzyıllardır sürüp giden bu kendiliğinden türeme kuramını hiç inandırıcı bulmayan Pas­teur, her canlının ancak kendisi gibi canlı bir ana babadan dünyaya gelebileceğini inançla savundu.
Pasteur bu alandaki çalışmalarını ilerlettik­çe, sıcaklığın mikroplar üzerindeki öldürücü etkisini fark etti. Bu bulgusu, özellikle süt, meyve suları, şarap, bira gibi bazı içecekleri kaynama noktasından daha düşük bir sıcaklı­ğa kadar ısıtarak saklama olanağı veren pastö­rizasyon yönteminin çıkış noktası oldu. Bu sıcaklıkta hem içecekler besin değerini kay­betmiyor, hem de bozulmadan uzun süre dayanabiliyordu.

Öte yandan Pasteur'ün bu çalışmalarının önemini kavramış olan İngiliz cerrah Joseph Lister, 1865'te, açık yaralara bulaşan mikrop­ları öldürmek için fenol (karbolik asit) denen kimyasal bileşiği ameliyatlarda antiseptik ola­rak kullanmaya başladı. Böylece, ameliyat sırasında mikrop kaparak ölen hastaların ora­nında hızlı bir düşüş gözlendi. (Ayrıca bak. Antiseptik; Joseph Lister) Aynı yıl Pasteur de Fransa'nın ipek sanayisini yıkıma sürükleyen bir ipekböceği hastalığını araştırmakla görev­lendirilmişti. Mikropların hastalık yapıcı etki­sine ilişkin kuramından yola çıkarak, hastalı­ğın hangi tür mikroplardan ileri geldiğini ve nasıl önlenebileceğini saptayıp ülkesinde ipekçiliğin yeniden canlanmasında önemli rol oynadı.
Pasteur'ün daha sonraki çalışmaları nere­deyse bütün bunları gölgede bırakacak kadar önemlidir. İnsanları ve hayvanları aşılayarak, yani belirli bir hastalığın etkeni olan mikrobu kan dolaşımı yoluyla vücuduna vererek o hastalıktan koruma olanağı olduğunu bilimsel verilerle kanıtlayan ilk bilgin Pasteur'dür. Bu amaçla kullanılan mikroplar laboratuarlardaki özel besi yerlerinde üretilir ve hastalık yapıcı etkileri büyük ölçüde azaltılır. Sonuçta, bu mikroplarla aşılanan kişi hastalığı en hafif biçimiyle atlatır ve ileride aynı mikropla yeniden karşılaştığında o hastalığa karşı bağı­şıklık kazanmış olur (bak. Aşı; Bağışıklık).
Pasteur, etkisi zayıflatılmış mikroplarla şar­bona (insanlara da bulaşabilen öldürücü bir sığır hastalığı) ve tavuk kolerasına karşı ilk aşıları hazırladıktan sonra, 1881'de kuduz üzerinde çalışmaya başladı. Kuduz virüslerini laboratuarda üreterek etkisi hafifletilmiş ye­ni soylar elde etmeyi başardı ve 1885'te, kuduz bir köpek tarafından ısırılmış küçük bir çocuğu bu aşı sayesinde korkunç bir ölümden kurtardı.
Kendini yalnızca bilime adamış, alçakgö­nüllü ve inançlı bir insan olan Pasteur, mikro­bik hastalıklara karşı giriştiği bu büyük savaş nedeniyle birçok ülkenin madalya ve ödülle­riyle onurlandırıldı. 1888'de Paris'te bir aşı üretim ve araştırma merkezi olarak çalışmaya başlayan Pasteur Enstitüsü de bütün dünya­daki değerbilir insanların bağışlarıyla kurul­du. Bugün dünyanın birçok yerinde Pasteur enstitüleri vardır.


                              (ALINTIDIR)
fORUMDA PAYLAŞIMDA BULUNMAK İÇİN
1. http://www.sosyalbilgiler.org/forum/indir linke tıklayıp dosyanızı yükledikten sonra  size verilen linki kopyayıp yapıştırabilirsiniz.
2.http://www.sosyalbilgiler.org/forum/index.php?action=downloads bu linkten uygun bölüme dosyanızı yükleyebilirsiniz.
3. Yada yeni konu açıp ek özellikler kısmına tıklayıp dosyanızı yükleyebilirsiniz.


!!! Okuyorsun, eğleniyorsun, öğreniyorsun. Paylaş ki başkaları da okusun, eğlensin, öğrensin !!!

Çevrimdışı Sosyal Bilgiler1

  • Administrator
  • Usta Öğretmen
  • *****
  • İleti: 2921
  • Rep +712/-3
Ynt: TARİHTEN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER
« Yanıtla #1 : Ekim 18, 2009, 07:32:16 ÖS »
Teşekkürler
.

Çevrimdışı PeRi

  • Usta Öğretmen
  • *****
  • İleti: 712
  • Rep +33/-10
  • Cinsiyet: Bayan
Ynt: TARİHTEN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER
« Yanıtla #2 : Ekim 18, 2009, 08:10:35 ÖS »
ÖNEMLİ DEĞİL  :)
fORUMDA PAYLAŞIMDA BULUNMAK İÇİN
1. http://www.sosyalbilgiler.org/forum/indir linke tıklayıp dosyanızı yükledikten sonra  size verilen linki kopyayıp yapıştırabilirsiniz.
2.http://www.sosyalbilgiler.org/forum/index.php?action=downloads bu linkten uygun bölüme dosyanızı yükleyebilirsiniz.
3. Yada yeni konu açıp ek özellikler kısmına tıklayıp dosyanızı yükleyebilirsiniz.


!!! Okuyorsun, eğleniyorsun, öğreniyorsun. Paylaş ki başkaları da okusun, eğlensin, öğrensin !!!

Sosyal Bilgiler

Ynt: TARİHTEN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER
« Yanıtla #2 : Ekim 18, 2009, 08:10:35 ÖS »