Gönderen Konu: İSTİKLAL MARŞININ KABULU VE MEHMET AKİF ERSOY U ANMA GÜNÜ  (Okunma sayısı 5616 defa)

Çevrimdışı PeRi

  • Usta Öğretmen
  • *****
  • İleti: 712
  • Rep +33/-10
  • Cinsiyet: Bayan
İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ
(12 Mart 1921)

1921 yılında, Şanlı Bayrağımız’ın ve Kahraman Türk Milleti’nin simgesi olacak milli bir marş yazılması için Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir yarışma açılmış ve kazanana para ödülü verileceği açıklanmıştır. Ülkenin her tarafından pek çok şair, duygu ve heyecanlarını anlatan mısralarla bu katıldığı halde, Mehmet Âkif’in bu yarışmaya katılmadığı görüldü. Nedeni sorulduğunda: ‘’Milli marş para ile yazılmaz’’ cevabını verdi. Arkadaşlarının ısrarları üzerine ve kazanırsa ödül verilmemesi şartı ile yarışmaya katıldı ve hepimizin yüreğinde yer eden İstiklal Marşı’nı yazdı.

Türk Milleti’nin zaferini, yüceliğini ve bayrağımızın kutsallığını en güzel duygularla anlatan İstiklal Marşı, yarışmaya katılan 724 şiir arasından seçilerek zamanın Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından Büyük Millet Meclisi’nde okundu. Bütün milletvekillerince büyük bir coşku ve heyecan içerisinde, iki defa ayakta dinlenen İstiklal Marşı, 21 Mart 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Milli Marş olarak kabul edildi. Ünlü bestecilerimizden Osman Zeki Üngör tarafından bestelendi.

Mehmet Âkif, İstiklal Marşı’nı Türk Milleti’nin eseri olarak kabul ettiği için Safahat’a koymamış ve Kahraman Ordumuz’a hediye etmiştir.


İSTİKLAL MARŞI AÇIKLAMASI ve ANLAMI


Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak
O, benimdir; o, benim milletimindir ancak!

Bu kıtada Mehmet Âkif Türk Milleti’ne sesleniyor. Ümit ve güven içeren sözlerinde:

Ey Milletimi Yurdumuzun düşmanlar tarafından kuşatılmış olmasına bakarak bayrağımız için endişe etme, korkma. Çünkü bu topraklar üzerindeki en son ocak sönmeden, en son Türk bu uğurda canını vermeden bayrağımıza kimse el uzatamaz.

Rengini şehitlerimizin kanından alan ve şafaklarda bir alev gibi dalgalanan bayrağımız milletimin yıldızı ve bağımsızlık sembolüdür. Gökteki yıldıza el sürülemediği gibi, milletimizin yıldızı olan bayrağıma da düşmanlar dokunamaz. O Türk Milleti’nindir ve daima öyle kalacaktır.



Çatma, kurban olayım, çehreni nazlı hilal,
Kahraman ırkıma bir gül!.. Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz, dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklali.

Bu dörtlükte şair bayrağımıza sesleniyor:

‘’Uğruna canımı vereyim, ne olur kaşlarını çatma ey hilal kaşlı güzel bayrağım. Neden bize dargın ve azarlar gibi bakıyorsun? Seni, o nazlı nazlı dalgalandığın göklerimizden indirmelerine izin vereceğimizi mi sandın? Kahraman milletim hür yaşamak ve seni hür yaşatmak için çok kan döktü, şu anda da dökmektedir. Sen bize kaş çatarak, uğrunda yapılan bu fedakarlıkları hiçe sayarsan, dökülen kanlarımız sana helal olmaz. Doğruluk ve adalet için çalışan, Allah’a inanarak ona kulluk eden. İstiklal uğruna canını veren milletimin hakkı bağımsızlıktır, hürriyettir.’’



Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.

Mehmet Âkif bu kıtada hürriyet kavramını işliyor. ‘’Ben’’ kelimesi ile Türk Milleti’ni kastediyor ve:

‘’Ben, yaratıldığı günden beri hür yaşamış bir milletim, bundan sonra da hür olarak yaşayacağım. Beni esir edeceğini düşünenler ancak aklını kaçırmış olanlardır. Onların bu çılgınca düşüncelerine şaşarım. Çünkü ben,Şimdiye kadar hiç esir olmadım. Hürriyeti elimden almak isteyen olursa kükremiş bir sel gibi coşar, önüme çıkan engelleri çiğner geçerim. Bu uğurda dağları parçalar, uçsuz bucaksız denizlere bire sığmam, yine taşarım.’’




Garb’ı afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘’Medeniyyet!’’ dediğin tek dişi kalmış canavar!

Bu kıtada Mehmet Âkif sömürgeci, saldırgan batıya çatmakta, medeniyet adı altındaki saldırgan tutumunu kınamaktadır:

‘’Bat ordularının en modern silahlarla, tank ve toplarla,tıpkı çelikten bir duvar gibi üzerimize yürümesi bizim için önemli değildir.Türk Milleti’nin öyle bir iman gücü, şehitlik inancı vardır ki, o imanlı göğüslerin her biri bir kale gibidir. Bu imanlı göğüsler karşısında en modern silahlar etkisiz kalır, hepsi yok olur, parçalanır.

Onların homurtuları, ulumaları da seni korkutmasın. Medeniyet maskesi takarak etrafa saldıran, zayıfları ezen ve sömüren bir canavar, bizim imanlı göğsümüze en ufak bir korku veremez. Zaten ‘’Medeniyet’’ adı altında yapılan bu vahşiliklerden sonra onun gerçek canavar yüzü ortaya çıkmıştır. O canavarın tek dişi kalmıştır, bize asla zarar veremez.’’



Arkadaş! Yurdumu alçaklara uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir, belki yarın... belki yarından da yakın.

Bu kıtada Mehmet Âkif Türk Milleti’ne, onun kahraman askerlerine ümit ve kararlılık aşılıyor ve:

‘’Arkadaş! Alçakların yurduma girmesine kesinlikle izin verme! Yurduna saldıran düşmana gövdeni siper et! Onlarla ölünceye kadar savaş! Onların utanmazca saldırılarına karşı dur! Cenab-ı Hak mutlaka sana yardım edecektir. Çünkü Allah, sabreden ve korkmadan, Hak yolunda savaşan mü’minlere zafer vereceğini Kuran-ı Kerim’de va’d etmiştir. Allah’ın bu yardımı belki yarın, belki yarından da kısa zamanda ortaya çıkacaktır ve düşman perişan edilecektir.’’



Bastığın yerleri ‘’toprak!’’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı.
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

6.kıtada kutsal vatan ve vatan toprağı ele alınmakta, Mehmet Âkif gençlere, üzerinde yaşadıkları toprakların değerini ve özelliğini iyi bilmeleri gerektiğini anlatmaktadır:

‘’Bastığın yerleri (toprak) deyip geçme! Geçmişini iyi öğren! Çünkü bu vatan toprakları, uğruna şehit düşenlerin kefensiz olarak gömüldükleri, her karışında bir şehit kanı olan kutsal topraklardır. Sen ki; dini, vatanı uğruna canını vererek, Allah katında makamların en yücesi olan şehit’lik mertebesine ulaşmış bir babanın oğlusun. Vatanına gereken değeri vermez, onu atalarının koruduğu gibi korumazsan, ataların incinir, üzülür. Bu cennet vatanı her ne pahasına olursa olsun korumalı, dünyaları da alsan bu yurdun bir karış toprağını bile vermemelisin.



Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

İstiklal Marşı’nın 7.kıtasında Mehmet Âkif vatan sevgisini, vatan toprağının özelliğini ve Türk Vatanı’nın yüceliğini, şöyle anlatmaktadır:
‘’Bu cennet vatan uğruna canını vermeyecek olan kim var? İşte herkes vatanı uğruna canını vermek için hazır bekliyor. Şimdiye kadar bu uğurda o kadar çok yiğit canını verdi ki: bir karış toprakta bir şehit yatmaktadır. Toprağı sıksan, şehitlerin kanı fışkıracak kadar çok şehit verilmiştir. Allah canımı, canım kadar sevdiğim şeyleri, bütün varımı, yoğumu alsın; yeter ki beni bu vatanımdan ayrı ve uzak bırakmasın.’’



Ruhumun senden, ilahi şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne na-mahrem eli;
Bu ezanlar__ki şahadetleri dinin temeli__
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

8.kıtada Mehmet Âkif, din ve vatan uğruna şehit olanların ruhlarına tercüman olmakta, onların:

‘’Yüce Allah’ım! Ruhumun senden dileği şudur: Uğruna canımızı verdiğimiz yurdumuza düşmanlar girmesin, camilerime yabancılar el sürmesin! Bu mabetlerde okunan ezanlardaki şahadetler ki:
‘’Eşhedü enla ilahe illallah,
Eşhedü enne Muhammeden resulullah’’
Kelimeleri Türk Milleti’nin müslümanlığının ve bağımsızlığının ilk şartı ve temelidir. Hürriyet sembolü olan bu ezanlar yurdumun her köşesinde okunsun. Milletim kıyamete kadar hür yaşasın.’’



O zaman vecd ile bin secde eder, varsa taşım;
Her cerihamda, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi terden na-şım!
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.

‘’O zaman (camilere düşman ayağının basmadığı, ezan seslerinin yurdun her köşesinde duyulduğu zaman) yeryüzünde bir mezar taşım varsa, sevinç ve mutluluktan mezar taşım bile çoşkunlukla secdeye kapanacaktır.

Milletimin hür olduğunu görmenin ve şehitlik makamına ermenin kıvancı ile sevinç göz yaşlarım, savaşta aldığım yaralardan boşanır. Cesedim, cisimsiz bir ruh gibi göklere çıkar ve o kadar yükselir ki, belki göğün en yüksek katı olan Arş’a (Allah’ın yüce katına) ulaşır.



Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Edebiyyen sana yok, ırkıma yaok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, Milletimin istiklal.

Büyük vatan şairi Mehmet Âkif İstiklal Marşı’nın son kıtasında tekrar şanlı bayrağamıza hitap etmekte ve:

‘’Şanlı bayrağım! Sen de artık şafaklar gibi al renginle, göklerimde hür ve mesut olarak dalgalan. Sabah şafağının ardından görülen aydınlık gibi, Türk Milleti de bu sıkıntılı ve karanlık günlerden sonra aydınlığa kavuşacaktır. Uğruna dökülen kanlarımızın hepsi sana helal olsun.

Artık Türk Milleti’nin yok olması, dağılması diye bir şey abediyyen söz konusu olamaz. Çünkü; daima hür yaşamış olan, daima tek olan Allah’a inanan ve ona kulluk eden, daima vatanı uğruna çalışan ve çarpışan milletimin hürriyet ve istiklal her zaman hakkıdır.’’

MEHMET ÂKİF ERSOY’UN HAYATI



1. Doğumu ve Ailesi

Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında, İstanbul’un Fatih ilçesinin Sarıgüzel semtinde doğmuştur.

Mehmet Âkif’in babası Mehmet Tâhir Efendi (doğ.1826/öl.1888) ve annesi Emine Şerife Hanım’dır (doğ.1836/öl.1926).

Âkif’in Nuriye adında bir de kız kardeşi olmuştur.

2. Öğrenimi

Mehmet Âkif, sırasıyla; mahalle mektebi (yuva), ibtidâî (ilkokul), rüşdiye (orta okul) ve mülkiye idâdîsi (lise), Baytar Mektebi’ne (Veterinerlik Fakültesi) devam etti. 1893’te Baytar Mektebi’nin ilk mezunu ve birincisi olarak diploma aldı. Akif; Arapça, Farsça ve Fransızca’yı, edebiyatlarını takip edecek ve tercümeler yapacak kadar iyi öğrenmiştir.

Mehmet Âkif, aynı zamanda çeşitli sporlarla ilgilenmiş; güreş, gülle atma; ata binme ve yüzme sporlarında oldukça başarılı olmuştur.

3. Memuriyeti ve Diğer Yaptığı İşler

Öğrenimini tamamladıktan sonra, Ziraat Vekâleti Baytarlık Şubesinde göreve başladı. İlk dört sene Rumeli, Anadolu ve Arap bölgelerinde dolaşarak baytarlık yaptı. Yirmi yıllık bir memuriyetten sonra istifa etti.

Öğretmenlik hayatına 1906’da Halkalı Baytar Mektebi’ne “kitâbet-i resmiye” (resmî yazışma usûlü) dersi muallimliği ile başladı. 1908’den sonra ise Edebiyat Fakültesi ile Dârü’l-Hilâfe Medresesi’nde “Osmanlı Edebiyatı” müderrisliğinde bulundu.

Mütareke devrinde, “Darü’l-Hikmetü’l İslâmiyye”de üye ve başkâtip (genel sekreter) olarak çalıştı (Ağustos 1918 – Nisan 1920) ve bu kuruluşun yayın organı olan “Cerîde-i İlmiyye”yi idare etti. Birinci Millet Meclisi’nde Burdur milletvekili olarak görev aldı. Mısır’da Kahire Üniversitesi’nde Türkçe Hocalığı yaptı (1929-1936).

Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ertesi günü, 24 Nisan 1920’de Ankara’ya gitmiş, yaptığı çeşitli konuşmalarla Millî Mücâdeleye destek vermiştir. Ardından Eskişehir, Konya, Kastamonu, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya ve çevrelerini dolaşmış, halkı ciddi olarak bilgilendirmiş, böylece milli şuurun artmasını ve mücadeleye katılmalarını sağlamıştır.

Mehmet Âkif’in Burdur’dan mebus seçilmesine, Mustafa Kemal Paşa’nın Âkif Bey’i istemesi sebep olmuştur. Ankara’ya 24 Nisan’da gelmiş olan Âkif Bey’in seçilmesi, Paşa’nın 29 Nisan 1920 tarihli bir telgrafı ile Burdur’un bağlı bulunduğu Konya vilâyetinin vali vekili ve kolordu kumandanı olan Albay Fahreddin (Altay) Bey’e bildirilmiştir. Burada yapılan seçim sonucunda en fazla oyu Âkif Bey almıştır.

Bu sırada Sebîlü’r-reşad’ın üç sayısı da Kastamonu’da yayınlanmış ve kendisinin çok önemli olan konuşmalarının bulunduğu bu dergi sayıları, binlerce nüsha bastırılarak Anadolu’ya ve cephelere dağıtılmış; camilerde, derneklerde ve askerî birliklerde okutulmuştur. Mehmet Âkif’in bu konuşmaları, İstiklal Savaşı’mızın niçin, nasıl ve hangi amaçlarla yapıldığını, ilk defa ve içinde yaşayarak anlatan en önemli ve çok kıymetli, tarihî belgelerdir.

İstiklâl Savaşı kazanıldıktan sonra İstanbul’a dönen Mehmet Âkif, 1923 ve 1924 yıllarının kış aylarını Kahire’de geçirdikten sonra, Türkiye’deki siyasî gelişmeler yüzünden, 1925 yılı sonundan itibaren temelli olarak Mısır’a gitmiş, 17 Haziran 1936 tarihine kadar, on buçuk sene orada kalmıştır.

5. Evliliği


Yirmi beş yaşında iken İsmet Hanım’la evlenen Mehmet Âkif’in üç kızı (Cemile, Feride, Suad) ve iki oğlu (Emin, Tahir) olmuştur.

6.  Hastalığı, Ölümü ve Mezarı

Âkif Bey, son üç yılında Kahire Üniversitesi’nde Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Ancak Mısır’da “siroz” hastalığına tutulmuş ve durumu ağırlaşınca, 17 Haziran 1936’da İstanbul’a dönmüştür.

İstanbul’da tedavi olmuşsa da iyileşememiş ve  27 Aralık 1936 tarihinde saat 19.45’te Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etmiştir.

Kabri,  Edirnekapısı’ndaki “Şehitlik”te “Mehmet Âkif Ersoy Meydanı”ndadır.
:):):)
fORUMDA PAYLAŞIMDA BULUNMAK İÇİN
1. http://www.sosyalbilgiler.org/forum/indir linke tıklayıp dosyanızı yükledikten sonra  size verilen linki kopyayıp yapıştırabilirsiniz.
2.http://www.sosyalbilgiler.org/forum/index.php?action=downloads bu linkten uygun bölüme dosyanızı yükleyebilirsiniz.
3. Yada yeni konu açıp ek özellikler kısmına tıklayıp dosyanızı yükleyebilirsiniz.


!!! Okuyorsun, eğleniyorsun, öğreniyorsun. Paylaş ki başkaları da okusun, eğlensin, öğrensin !!!

Sosyal Bilgiler